Onu gören Ebûbekir -radıyallâhu anh-:
“–Buraya nasıl girdin?” diyerek elindeki yuları aldı ve ona îkaz sadedinde hafifçe vurdu. Lâkin yaptığı bu harekete de çok üzüldü. Develerin taksîmini bitirdiğinde, o kişiyi çağırarak yuları kendisine verdi ve:
“–Al, sen de bana vur, kısas yap!” dedi. Bunun üzerine Hazret-i Ömer:
“–Allâh’a yemin ederim ki böyle bir şey olmayacaktır. Sen bunu kendinden sonrakiler için bir âdet olarak bırakma!” dedi. Ebûbekir -radıyallâhu anh-:
“–Peki o hâlde kıyâmet gününde beni Allâh’ın gazabından kim kurtaracak?” dedi. Bunun üzerine Hazret-i Ömer:
“–Öyleyse onun gönlünü al!” tavsiyesinde bulundu. Hazret-i Ebûbekir, hizmetçisine, adam için çuluyla birlikte bir deve getirmesini ve ayrıca beş dinar vermesini emretti. O zât da Ebûbekir -radıyallâhu anh-’ı affetti. (Ali el-Müttakî, V, 595-596/14058)
- Allah Bize Lutfetti, O Kavuran Ateşten Korudu
Kâsım bin Muhammed -rahimehullâh- şöyle anlatır:
“Sabahleyin evimden çıktığımda önce halam Hazret-i Âişe’nin evine uğrar ve kendisine selâm verirdim. Bir gün yine evine gittiğimde, nâfile namaz kılıyor ve:
«(Müttakîler şöyle derler: Şükürler olsun ki) Allâh bize lûtfetti de bizi, o kavuran ateşten korudu.» (et-Tûr, 27) âyetini okuyordu. Kıyâmda duâ ediyor, ağlıyor ve bu âyeti tekrar edip duruyordu. Yoruluncaya kadar bekledim, daha sonra da bâzı ihtiyaçlarımı karşılamak üzere çarşıya gittim. İşlerimi bitirip döndüğümde Âişe -radıyallâhu anhâ- aynı vaziyette ayakta duruyor, namaz kılıyor ve ağlıyordu.” (İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, II, 31)
- Ashabın Korkusu
İbn-i Ebî Müleyke -rahimehullâh- şöyle demektedir:
“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ashâbından otuz kişiye ulaştım. Onların hepsi kendi nefsi için nifaktan korkuyorlardı. Onların hiçbirisi Cibrîl ve Mîkâîl’in îmânı gibi bir îmâna sâhip olduğunu söyleyemiyordu.” (Buhârî, Îmân, 36)
- Ebu Hanzala’nın (r.a.) Nefs Muhasebesi
Ebûbekir -radıyallâhu anh-, bir gün Hanzala -radıyallâhu anh-’a rastladı. Hâl ve hatırını sordu. Hanzala -radıyallâhu anh- büyük bir teessür ve endişe içinde:
“–Hanzala münâfık oldu, ey Sıddîk!” dedi. Hazret-i Ebûbekir:
“–Sübhânallâh! Bu nasıl söz böyle?” deyince, Hanzala -radıyallâhu anh- şöyle devâm etti:
“–Biz, Hazret-i Peygamber’in sohbetinde iken, O bize Cennet ve Cehennemi hatırlatıyor, hattâ onları gözümüzle görüyormuş gibi bir hâle bürünüyoruz. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzûrundan çıkıp çoluk-çocuğumuz ve dünyevî maîşetimizle meşgul olmaya dalınca da, duyduklarımızın pek çoğunu unutuveriyoruz. (O’nun sohbetindeki feyz ve rûhâniyetimizi kaybediyoruz.)” dedi. Hazret-i Ebûbekir:
“–Vallâhi, buna benzer hâller bizde de oluyor.” dedi.
Bunun üzerine ikimiz kalkıp doğru Rasûlullâh Efendimiz’in huzûruna vardık ve durumu kendisine arz ettik. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:
“–Canım kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, benim yanımdaki hâlinizi devamlı muhâfaza edip, zikr-i dâimî üzere olabilseydiniz, yatakta yatarken de, yollarda yürürken de melekler sizinle musâfaha ederlerdi. (Üç defa tekrarlayarak):
«–Yâ Hanzala! Bâzen öyle, bâzen de böyle olur!»” buyurdu. (Müslim, Tevbe, 12)
Görüldüğü üzere ashâb-ı kirâm, devamlı bir nefs muhâsebesi hâlinde yaşamışlardır. Hayâtın bütün meşakkatlerine rağmen asıl endişeleri, kalbî hayatlarında bir zaafa mahal vermemek olmuştur.
- Hz. Ömer’i Hasta Düşüren Ayet
Bir gün Hazret-i Ömer, bir evin önünden geçerken, hâne sâhibinin, evin dışına taşacak kadar yüksek bir sesle Tûr sûresini okuduğunu işitti. Adam:
“Rabbinin azâbı hiç şüphesiz vukû bulacaktır, onu defedecek hiçbir şey de yoktur.” (et-Tûr, 7-8) âyet-i kerîmesine gelince, Hazret-i Ömer bineğinden indi, bir müddet duvara yaslanarak dinledi. Sonra bu âyetin îkâzındaki şiddetin tesiriyle evinde bir müddet hasta yattı.[5]
- Müminlerin Halet-i Ruhiyesi
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- şöyle demiştir:
“Gökten gelen bir ses; «–Ey insanlar! Sadece bir kişi Cehennem’e girecek.» dese, acabâ o kimse ben miyim diye korkarım. «–Ey insanlar! Sadece bir kişi Cennet’e girecek.» dese, o zaman da acabâ o kişi ben miyim diye ümîd ederim.” (Ali el-Müttakî, XII, 620/35916. Ayrıca bkz. İbn-i Receb el-Hanbelî, et-Tahvîf, s. 15)
İşte mü’minlerin bu hâlet-i rûhiye içinde, yâni havf ve recâ arasında olması, âyet-i kerîmede de şöyle emredilir:
“(O müttakîler, geceleri namaz kılmak ve istiğfâr etmek için) yanlarını (tatlı) yataklarından ayırırlar. Rab’lerinin azâbından korkarak ve rahmetini umarak duâ ederler. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da hayır yollarına infâk ederler.” (es-Secde, 16)
- Allah Huzurunda Hesap Verme Zorluğu
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- bir defâsında Allah Teâlâ’nın huzûrunda hesap vermenin zorluğunu düşünerek yerden bir saman çöpü almış ve:
“Âh! Şöyle bir saman çöpü olsaydım, dünyâya hiç gelmeseydim, anam beni doğurmasaydı, büsbütün unutulup gitseydim.” diye hayıflanmıştır. (İbn-i Sa’d, III, 360-361)
- Müminin Yüzünün Rengini Değiştiren Şey
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’a:
“–Ey mü’minlerin emîri! Namaz vakti gelince niçin yüzünüzün rengi değişiyor ve titremeye başlıyorsunuz?” diye sordular. Şöyle cevap verdi:
“–Yerin ve göğün kaldıramadığı, dağların taşımaktan âciz kaldığı bir emâneti edâ etme zamanı gelmiştir. Onu kusursuz olarak yapabilecek miyim, yapamayacak mıyım, bilemiyorum.”
- Hz. Hasan’ın Abdest Aldıktan Sonraki Hali
Hazret-i Hasan -radıyallâhu anh-, abdest aldıktan sonra âdeta rengi değişirdi. Bunun sebebi sorulduğunda ise şöyle buyururdu:
“–Yüce Arş’ın sahibi olan Allâh’ın huzûruna çıkmak isteyen kişinin hakkı, renkten renge girmektir.” (İbn-i Hallikân, Vefeyâtü’l-A‘yân, II, 69)
Mezîd bin Havşeb şöyle der:
“Hasan bin Ali ve Ömer bin Abdülaziz -radıyallâhu anhümâ-’dan daha fazla (Allah’tan) korkan iki insan görmedim. Sanki Cehennem o ikisinden başkası için yaratılmamıştı!” (İbn-i Sa‘d, V, 398)
- Hak Dostunun Oğlunun Korkusu
Ebûbekir Verrâk Hazretleri’nin küçük bir oğlu vardı. Kur’ân-ı Kerîm öğrenmek için bir hocadan ders okumaktaydı. Bir gün mektepten benzi sararmış bir vaziyette, titreyerek ve erkenden döndü. Ebûbekir Verrâk Hazretleri, bu duruma şaşırarak sordu:
“–Hayırdır evlâdım, bu hâlin ne, niçin mektepten erken döndün?”
Oğlu, o küçücük yüreğine yerleşmiş bulunan Allâh korkusu netîcesinde sonbahar yaprağına dönen bir çehre ile:
“–Ey babacığım! Bugün hocamız bana Kur’ân’dan bir âyet öğretti, onun mânâsını idrâk edince korkumdan bu hâle geldim!” dedi. Bu defâ babası:
“–Evlâdım, o hangi âyet-i kerîmedir?” dedi. Küçük çocuk okumaya başladı:
“Eğer inkâr ederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek o günden kendinizi nasıl koruyacaksınız?” (el-Müzzemmil, 17)