Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Mısır’a vardı. Fakat Mukavkıs’ı bulamadı. İskenderiye’ye gitti. Fazla bekletilmeden hükümdarın huzuruna çıktı. Hükümdar mektubu açtı, okutturdu. Mektupta şunlar yazıyordu:
“Bismillâhirrahmânirrahîm. Allah’ın kulu ve Resûlü Muhammed’den Kıptîlerin büyüğü Mukavkıs’a.
“Selam, hidayete uyan ve doğru yolda olanlara olsun. Seni İslam’a davet ediyorum. Müslüman ol ki, selameti bulasın, Allah’ın iki kat mükâfatına nail olasın. Eğer davetimi kabul etmezsen Kıptîlerin günahı senin boynuna olsun! ‘De ki: Ey Kitap Ehli olan Yahudi ve Hıristiyanlar! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze gelin: Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, Allah’ı bırakıp da birbirimizi rab edinmeyelim! Eğer onlar yüz çevirirlerse, siz de deyin ki: Şahit olun, biz Müslümanlarız…” (Âl-i İmrân Sûresi, 64.)