Lut gölü, günümüzde bir kısmı İsrail, bir kısmı Ürdün sınırları içinde kalan göldür.
Müslümanlar tarafından Hz. Lût’a izâfeten Lut gölü / Lut denizi adıyla, Batılılar arasında da içinde ve kıyılarında canlı yaşamadığından (sadece gölü besleyen Ürdün / Şeria nehrinin ağzında yosun gibi bazı yeşillikler görülür) ve hakkındaki ölümcül efsanelerden dolayı “Ölüdeniz” anlamına gelen adlarla tanınır.
DÜNYANIN EN ALÇAK YERİ
Yapılan son araştırmalarda, deniz seviyesinden aşağıda bulunan Dünyâ karalarının en derininin şu âyette buyrulan yer olduğu tespit edilmiştir:
“Elif. Lâm. Mîm. Rumlar, (Arapların bulunduğu bölgeye) en yakın ve seviyesi en düşük bir yerde yenilgiye uğradılar...” (er-Rûm, 1-3)
Lût Gölü’nün bulunduğu bu mekân, ahlâksızlıklarından ötürü helâk edilen Sodom-Gomore’nin yerin dibine geçtiği yerdir. Deniz seviyesinden yaklaşık 400 metre daha aşağıdadır. Lût Gölü’nün yüzeyi, deniz seviyesinin yaklaşık 400 metre altındadır ve gölün en derin kesimi de 300 metre civârındadır. Buna göre göl tabanı, deniz seviyesinden yaklaşık 700 metre daha aşağıdadır.
On dört asır evvel, daha Dünyâ coğrafyası tam olarak tespit edilememişken Kur’ân-ı Kerîm’in bu mekândan “seviyesi en düşük yer” olarak bahsetmesi, ayrı bir Kur’ân mûcizesidir.
Jeoloji uzmanı Prof. Dr. Balmar, bir seminerinde araştırmacı Abdülmecîd ez-Zindânî’den mevzû ile alâkalı âyeti duyduğunda baştan îtirâz etmiş, daha sonra yaptığı ilmî tetkiklerin ardından şöyle demiştir:
“Hayret! Hayret! Bu Kitap, hem mâzîyi hem hâli hem de istikbâli anlatıyor!.. Buna hiçbir beşerin gücü yetemez!”
Daha sonra bu Profesör, Mısır’da «Jeoloji Alanında Kur’ân’ın İ’câzı» adlı bir teblîğ sundu. Son olarak şöyle dedi:
“–Ben Hazret-i Peygamber’in yaşadığı asrın hayat husûsiyetlerini bilmiyorum! Ancak sâde bir hayat yaşadığı husûsunda bilgim var! Bir bu duruma ve bir de içindeki erişilmez bilgilere bakınca anlıyorum ki, Kur’ân’ın o döneme âit bir kültürün eseri olabileceğini düşünmek çok yanlış! Bu kitap, semâvî bir eserdir!..”
İşte görülüyor ki akl-ı selîm, ilimle birleştiği zaman ilâhî hakîkatleri kabûl etmekten başka çâre bulamaz. Dolayısıyla onlara bu gerçekleri aksettirecek parlak ilim aynalarına ihtiyaç vardır. Elbette kıyâmete kadar bütün zamanlarda birçok yeni keşifler olacak ve Kur’ân mûcizeleri, ilim adamlarını hayretler içinde bırakacaktır.