Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de Peygamber Efendimiz’in müminler için ne kadar önemli ve değerli olduğunu şöyle beyan etmiştir: “Andolsun ki, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21).Ecdadımız bu ve benzeri ayetlerin ilhamıyla, Rahmet Peygamberi’nin ümmetinden olmayı en büyük lütuf bilmiş, onu hayatlarının her alanında örnek alıp onun gibi davranmaya çalışmış ve onun muhabbetini her zaman gönüllerinde yaşatmışlardır.
Yine Yüce Kitabımızda, Allah’ı sevmenin ve O’na itaatin en önemli yolunun peygamberimizi sevme ve ona bağlılık olduğu dile getirilir. (Al-i İmran, 31). Asr-ı saadetten bugüne değin müminler bu ilahî çağrıya sadece kulak vermekle kalmayıp, gönüllerini de bu sevgiye adamışlardır. Ecdadımızda da bu inanç ve muhabbetin en müstesna örneklerini görürüz. Tarihimizde milletimizin peygamber sevgisini isimlerine, hayatlarına, düşünce ve davranışlarına, edebiyat, şiir, musiki ve sanat eserlerine nakşettiklerini hayranlıkla izleriz.
Muhabbetin en içten, en berrak olanını hepimiz o Kutlu Nebiden öğrendik ve en samimi muhabbetimizi ona besledik. Bir ibadet coşkusuyla mübarek ismi salat-u selamlarla anıldı. Zira Yüce Mevlamız; “Şüphesiz Allah ve melekleri peygambere salat ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona içtenlikle salât ve selam edin.” (Ahzab, 33/56) buyurarak, bunu müminlere emretmiştir.Ezan-ı Muhammedi bu topraklarda onun muhabbetinden dolayı, saba, rast, hicaz, uşşak, segâh gibi nice makamlarla okunmuştur.
Ecdat, Efendimiz’in adını andıklarında ya da işittiklerinde sadece salavat getirmekle yetinmeyip, ellerini göğüslerinin üzerine koymuş, âdeta hal diliyle; “Senin makamın gönüllerimizdir.” demek istemişlerdir. Mevlid-i Nebi’nin “merhaba” kısmı okunurken oturmayı edebe aykırı görmüş, sanki Rasulüllah’ın manevi şahsiyetleri meclisi teşrif edercesine onun gelişini ayakta karşılamışlardır. Peygamber Efendimiz’in ismini çocuklarına vermeyi şeref bilen milletimiz, Rasulüllah’a muhabbet ve bağlılığın bir ifadesi olarak erkek çocuklarına, Ahmet, Mahmut, Mustafa, Ekrem, Beşir, Nezir, Yasin, Taha gibi onu çağrıştıran isimler vermişlerdir. Kız çocuklarına da, Emine, Hatice, Ayşe, Fatma, Zeynep, Kübra, Betül gibi Rasulüllah Efendimiz’in annesinin, eş ve kızlarının adlarını koymuşlardır. Böylece millet olarak peygamberimizin adeta ehlibeyti/ailesi olmuşuzdur.O güzeller güzeli Nebi’yi çiçekler âleminde güle benzetmiş, terini gül kokusu kabul etmiş ve kız çocuklarımıza, Gül Nebi’nin hatırına, Gülcan, Gülden, Güldane, Gülşen gibi güllü isimler koymuşuz.
Peygamber sevgisini Osmanlı hanedanında da görürüz. Mehmet, Ahmet, Mustafa, Mahmut adını taşıyan pek çok sultan vardır. Sadece ismi değil o sevgiliye ait ne varsa Osmanlılar tarafından baş tacı edilmiş, kutsal emanet telakki edilerek, nesilden nesile muhafaza edilip aktarılmıştır. Yüce Resulün hatırına doğup büyüdüğü, hicret edip yerleştiği topraklar mukaddes belde olarak kabul edilmiştir. Osmanlı Padişahları, Mekke ve Medine’ye “Surre alayları” göndermişlerdir. Bu kafileler Kur’an-ı Kerim tilaveti, tekbir, tehlil ve salavatlarla uğurlanmış, kutsal beldelere nice yüklü hediyeler gönderilmiştir.Diğer taraftan ecdadımız, sarayın yanı sıra konak ve evlerde de Mevlid-i nebi törenleri düzenlemiş, ayrıca sultan ve saray eşrafının katılımıyla Sultan Ahmet gibi selatin camilerde de Mevlid-i nebi büyük bir coşkuyla kutlanmıştır.Peygamber Efendimiz’in müjdesinde mazhar olan Fatih Sultan Mehmet hazretlerinin yaptırdığı Rumeli hisarının tepeden görünüşü, Efendimiz’in mübarek “Muhammed” isminin Arapça yazımı biçimindedir. Yavuz Sultan Selim ise, hutbede kendisi için “Hakimü’l-Haremeyn” unvanı kullanılınca müdahale ederek, “Hadimü’l-Haremeyn” denilmesini istemiştir.
O Padişahlar, sefere çıkmazdan 40 gün önce Hz. Peygamberin sancağını çıkarır, sonra sancak-ı şerif önlerinde olduğu halde törenle yola koyulurlardı. Ecdat, fetih ruhuyla kıtaları aşarken, gayeleri coğrafyasını genişletmek değil, i’lay-ı kelimetullah ve i’lay-ı ismi Rasulillah olmuştur. “Ezan okunmadık belde kalmasın” anlayışı olmuştur. Bu yüzden fethedilen yerlerde ilk olarak ezan-ı Muhammedi okutulmuştur.
Kur’an sevgisiyle peygamber aşkını bütünleştirmiş olan bu sultanlar arasında, Medine’den gelen postayı bile; “Bunda peygamber şehrinin tozu vardır.” diyerek abdestsiz eline almayan ve okunurken hürmeten ayağa kalkan Sultan Abdülaziz’i de rahmetle yâd etmek gerekir.
Millet olarak biz onun sevgisiyle na’tlar, kasideler, mevlitler kaleme aldık, hatlarla onun ismini nakşedip duvarlarımıza astık. Ashabın Efendimiz tıraş olurken alıp, teberrüken sakladıkları ve bize kadar ulaştırılan “sakal-ı şerif”leri özel sandıklarda, ipek bohçalarda muhafaza ettik.
Peygamber Efendimiz’e olan sevgimiz sadece mevlidini kutlamakla kalmamalı; onu çok iyi anlamalı, getirdiği mesajı benimsemeli ve onun ömrünü adadığı değerleri yaşantımıza uygulamalıyız. Onun Yüce Rabbimiz tarafından övülen ahlakını örnek aldığımızda, merhamet, şefkat, adalet, hoşgörü ve daha nice güzel vasıflarını kadın-erkek, genç-yaşlı, toplumun her kesimiyle kendimize ilke edindiğimizde, onun gibi canlı Kur’an hâline geldiğimizde, Peygambere olan sevgi ve bağlılığımızı da kanıtlamış olacağız.
Yüce Mevla ecdadımıza nasip ettiği gibi bize de dilimizden ve gönlümüzden Peygamber Efendimiz’in sevgisini hiç eksik etmesin!