İnsanoğlu hayat serüvenine başladığı andan bu yana içinde doğup büyüdüğü mekân ve toplumda iletişim kurma çabasında olmuştur. Bu iletişim gayesini pekiştirip geliştirme adına sürekli farklı araç gereçler geliştirmek suretiyle sosyal hayatta insani ilişkiler kurmada üretkenliğini sürdürmüştür. Yaşanılan zaman dilimi bağlamında meydana gelen ihtiyaçların gereksinimi gereğince iletişim araçları gelişim göstermiştir. Aktarılmak istenen mesajın muhtevası gereği konunun fonetik kısmını ilgilendiren ses, çalgılı alet, vurma, ateş yakma veya sessiz birtakım tasavvurlar vesilesiyle muhataba aktarılmak istenen düşünce ve temalar iletilmeye çalışılmıştır. İşte tarihin zaman dilimlerinden gelen iletişim araçlarının en farklı, en yeni ve eskimeyen, fonetik ve estetiğiyle ayrıcalık arz eden, insanın dimağı ve gönül dünyasına hitap eden yönüyle ezan olmuştur.
“Bildirmek, duyurmak, çağrıda bulunmak, ilân etmek” mânasında bir masdar olan ezan (et-Tevbe 9/3; el-Mâide 5/58; el-Cum‘a 62/9; el-Bakara 2/279; el-A‘râf 7/167; el-Hac 22/27), namaz vaktinin girmesi ve kılınmasının ilanı şeklindedir. Ezan hicret öncesi Mekke semalarında yankılanma ortamı bulamamıştı. Asıl yankısı Medine semalarında görülecekti. Medine’de Müslümanların dinin direği ve göz aydınlığı olan namazı cemaat şuuru ile aynı anda ifa edebilmelerinin bir yöntemi olmalıydı. İlk başlarda “es-salâh es-salâh” (namaza namaza!) şeklinde bu çağrı denenmişse de namaz vaktinin ilanı için yeterli gelmemiştir. Farklı bir araç bulunması elzem idi. Daha sonra bunun için nâkūs (Hıristiyanlarca şimdiki çan yerine kullanılan, üzerine bir çomakla vurularak ses çıkarılan tahta parçası) çalınması, boru öttürülmesi, ateş yakılması veya bayrak dikilmesi şeklinde çeşitli tekliflerde bulunulduysa da nâkūs Hıristiyanların, boru Yahudilerin, ateş Mecûsîler’in âdeti olduğu için Resûlullah tarafından kabul edilmedi. Farklı bir yöntem geliştirilmeliydi. Nihayet insanlar bir bekleyiş ve arayış içindeyken, sahâbeden Abdullah b. Zeyd b. Sa‘lebe ve Hz. Ömer’e çağları aşacak, tevhid ve nübüvveti haykıran, göğün semalarında yankılanacak ezan sözcükleri rüyada öğretilmişti. İsmi geçen iki sahâbî ertesi gün Hz. Peygamber’e gelerek durumu haber vermişti. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Bilâl’e ezan cümlelerini ezanda ikişer, ikāmette ise birer defa okumasını emretti (Buhârî, “Eẕân”, 1; Müslim, “Ṣalât”, 1; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 27; Tirmizî, “Ṣalât”, 25; İbn Mâce, “Eẕân”, 1; Nesâî, “Eẕân”, 1). Bunların ilki, insanın nefsini ve benliğini mekândan ve zamandan soyutlayarak Rabbinin emrine vermesi, bu çağrıya hazır olduğunu göstermesi diğeri ise, her güç ve dengenin sultasını reddederek, Rabbü’l-alemin huzurunda, saygı ile eğilip, vücudun en muteber yeri olan baş ve alın kısmını sadece kendisini yaratan için yere koymasının ilanı ve kabulüdür. Dahası; ya Rab! Senden başkasını mabûd kabul etmiyor ve senin çağrına kulak vererek, kulluğumu sana arz edip, özgürlüğümü sana kul olmada buluyorum, demektir. Şimdi de Fonetik ses yapısı ve içinde farklı anlamları barındıran estetik lafızlardan oluşan ezan formuna bakalım:
|
الله أكبر الله أكبر |
أشهد أن لا إله إلا الله |
أشهد أن لا إله إلا الله |
أشهد أن محمدا رسول الله |
أشهد أن محمدا رسول الله |
حي على الصلاة |
حي على الصلاة |
حي على الفلاح |
حي على الفلاح |
(الصلاة خير من النوم) |
(الصلاة خير من النوم) |
الله أكبر الله أكبر |
لا إله إلا الله |
Ezan lafzı, sesi, görüntüsü, nağmesi ve notalarıyla farkını ortaya koymaktadır. Bu farklılık, Medine’de yaşayan Müslüman ve gayrı Müslümlerde de farklılığını hissettirmişti. Öyle ki ezan ateş, çan, davul, çalgı vs. yöntemlerden apayrı bir özellik arz etmişti. O ana kadar duyulan hiçbir iletişim aracına benzememekte idi. Ateş; çağrı ve iletişim aracı için kullanıldığında az da olsa gündüz ve görünürlük açısından asıl etkisini sadece gece gösterir. Ateşin ısıtıcı özelliği yanında, yakıcı yönü de bulunur. Durum böyleyken kuşatıcı bir iletişim özelliği taşımamakta idi. Çan; çalındığında gönüllerde karşılığı yankılanmayan, zihinleri yoran ve kulakları tırmalayan bir şey. Boru öttürme ve diğer yöntemler de ihtiyaca cevap vermede uzak yöntemler, zor ve bıktırıcı idi. Dahası bu sayılanlar düşman baskısı, ani bir durumun habercisi, felaketin ayak sesleri gibi bir huzursuzluğun gelmekte olduğunu gösterir gibi idi. Ezana gelince hayatın sıradanlığı içinde, insanları telaşa, huzursuzluğa, gerginliğe sevk etmeden, Rabbi ile gün içerisinde buluşmasının estetik bir çağrı idi. Zamanın belli bir vakti ile sınırlanmayan, içinde yaşanılan günü beş vakte bölüp, inananların günlük ve yaşantısını tanzim eden ilahî bir çağrı idi. İşte ezan içerdiği bu derin mana ve özellikleriyle çağlar üstülüğü ile ön plana çıkararak yeryüzünde güçlü ahengi ile kulak zevkini süslemeye ve dimağları hayran bırakmaktadır.
Ezan farklılığını sadece günde beş sefer minarelerde okumakla sınırlamamaktadır. Farklı olarak öteki çağrı ve iletişim araç ve gereçlerinin aksine çocuk, yaşlı ve hayattaki her yaş düzeyinde insanın dilindedir. Zamanın herhangi bir diliminde yukarıda sayılan iletişim ve çağrı araçları için kalabalıklar yığın halinde öbek öbek sıralanmaz, meraklanmaz ve estetiksel yönleri keşfedilmeye çalışılmaz. Ezan için ise, kendisinde bulunan ahenk ve esrarlı yönü ile yeryüzünde bulunan inananlar arasında yarışmalar düzenlenmekte ve hatta yabancı farklı platformlarda dahi Müslüman temsilciler tarafından okunup icra edilmekte ve hayranlık uyandırmaktadır.
Ezan, sadece sayılan bu özellikleriyle farkını ortaya koymaz, bunun yanında ezanda icra edilen nağmeler, içinde bulunulan vakte göre makamların tüketilen zaman dilimine kattığı farklı duygu ve anlamlar da bulunmaktadır. Örneğin sabah vakti ezanı; geceden kalan yorgunluğun atılıp, yeni bir güne vücudu dizginleyerek, ninni bir edayla okunan ezanla insanları uyandırıp, yeni bir güne başlatmaktır. Bu vakitte derin uykusunda bulunan Müminin ruhu ve bedeni sarsılmadan narin bir ses ve dokunaklı bir nağme ile uyandırılmasıdır. Öğle vakti ezanı; güneşin istiva vaktinde olduğu bir zamanda, yavaş yavaş batıya meyletmesi, insan ömründen bir katrenin daha tüketildiğinin habercisi gibi. Keskin nağmeleri ve çıkışlarıyla beyinlerde yer edinen Mümine, içinde bulunduğu vakit dilimini titiz, çevik ve faydalı bir şekilde geçirmesini telkin eder. İkindi vakti ezanı; bu vakitte uzun ve düz bir ahenk ile okunan ezan, uzayan vaktin tüm edasıyla zamanın tükendiğinin habercisi mesabesinde. Akşam vakti ezanı; ikindiden süzülen cılız vaktin mirasçısı gibi görünse de kısacık ömründe bu yükü taşıyamayacak durumunu ilan eder misali, sırtındaki yükü bir sonraki vakit olan yatsıya bırakır. Yatsı vakti ezanı; bütün vakitlerin yükünü omuzlayan son vakit. Günün tüm muhasebesini yüklenmiş, sabah vaktine ulaşma gayesinde.
Öyleyse haydi nağmesiyle, fonetiğiyle, vakitleriyle, anlamlarıyla, lafızlarıyla farklı olan ilahi çağrıya kulak ver kardeşim. Şimdi vakit okunan ezanı yürekte hissetme, milyonların yöneldiği istikamete yüzünü çevirme vaktidir. Bu ilahi çağrıyla farkındalık oluşturma zamanıdır…