<div>Günümüz itibariyle Türkiye’de doğup, adeta birbirine paralel olarak akan, sınırlarımız dışında Basra Körfezi’ne dökülmeden önce birleşerek “Şattü’l-Arab” adını alan Fırat ve Dicle nehirleri tek bir havza oluşturur. Zirai açıdan son derece verimli olan bu havza üzerinde yer alan topraklar tarih boyunca “Beyne’n-nehreyn”, “el-Cezire” veya “Mezopotamya” diye isimlendirilmiştir.</div> <div>Mezopotamya’ya hayat veren Fırat ve Dicle nehirleri üzerindeki ulaşımın tarihi, antik devirlerden itibaren kullanılan çeşitli sallardan başlayarak modern zamanlardaki buharlı ve motorlu gemilere kadar uzanır.</div> <div>Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde kullanılan vasıtaların en eskilerinden birisi, bugün tamamen unutulmaya yüz tutmuş ve kullanımdan kalkmış olan “kelek”lerdir.</div> <div>Kelek nedir ve nasıl yapılır?</div> <div>Kelek; koyun, keçi gibi küçükbaş hayvanların ya da sığırların kesildikten sonra derisinin parçalanmadan yüzülmesi ile elde edilen tulumların şişirilmesi ve bunların ahşap malzeme ile birbirine bağlanmasıyla meydana getirilen bir çeşit saldır.</div> <div>Diyarbakır ve çevresinde üretilen mal ve eşya, kelek vasıtasıyla Irak pazarlarına, oradan da uluslararası pazarlara taşınmıştır. Şehir ticareti ve ulaşımındaki etkin rolüne dayalı olarak, kelek imâl eden ve onu nehir yolunda kullanan kelekçiler, şehrin iktisadi örgütlenmesinin önemli bileşenlerinden biri hâline gelmiştir. Dicle’nin Musul’a kadar olan kısmının topoğrafyası ve sığ debisinin kelek dışında başka bir vasıtaya imkân tanımaması kelekçiliği, bu bölgeyle sınırlı bir mesleğe dönüştürmüştür.</div> <div></div> <div></div> <div></div>