Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Bizleri islam nimeti ile müşerref kılan yüce Allah’a sonsuz hamd u senalar olsun. Salât ve selam en güzel sıfatlarla muttasıf rahmet peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v)’e, onun âline, ashabına ve ona tabi olan bütün mü’minlere olsun.
Allah‘ın mesajlarını insanlara ulaştırıp O‘nun emir ve yasaklarını açıklamak üzere gönderilen peygamberler; İnsanlara her anlamda örnek olabilmek ve tebliği engelleyebilecek bir durumun meydana gelmemesi gibi hikmetlere binaen beşer cinsinden ve erkekler arasından seçilmiş kişilerdir. Bütün ahlaki fazilet ve meziyetlere sahip olan peygamberler hem ruh hem beden yönünden sağlam ve sağlıklı kimselerdir. Hür olmak, akıllı olmak, gibi özelliklere sahip olan peygamberlerin temel sıfatlarının yanı sıra insani özellikler açısından sahip olması gereken birtakım özellikler ve uzak bulunması gereken bazı hususiyetler de söz konusudur. Kur’an-ı Kerim’in çokça tavsiye ettiği sabır, adalet, cesaret, iffet gibi güzel hasletler peygamberlerin en önemli özellikleri arasındadır. Abd, rasul-mürsel, nebi, beşîr/mübeşşir, nezîr/münzir, musaddık, muhsin, şehîd/şâhid, gibi sıfatlar da peygamberler hakkında Kur’an-ı kerimde kullanılan ortak vasıflardan bir kısmıdır. Ayrıca her peygamberde vucubi olarak bulunması gereken birtakım sıfatlar vardır. Bunlar; sıdk, emanet, fetanet, ismet ve tebliğdir.
Sıdk; Peygamberlerin, ilâhî hükümleri, emir ve yasakları insanlara tebliğde ve verdikleri her türlü haberde doğru sözlü olmalarıdır. Yüce Allah, peygamberlerin bir an bile sıdktan ayrılmalarının mümkün olmadığını şu şekilde bildirmektedir: ~~69.46~~~69.44~
“Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik.” (el-Hâkka, 44-46) Onların doğrulukları kendilerine iman etmeyenler tarafından dahi tasdik edilmiş bir ulviliktedir. Hz. Peygamberin hayatında bunun çok örneklerini görebiliriz. Allah Resulü, dâvetini ilk açıkladığı günlerde Safa Tepesi’nde yüksek bir kayanın üzerinden Kureyşlilere şöyle seslendi: “Ey Kureyş cemaati! Ben size, şu dağın eteğinde veya şu vadide düşman atlıları var; hemen size saldıracak, mallarınızı gasp edecek dersem, bana inanır mısınız?” Onlar da hiç düşünmeden: “Evet inanırız! Çünkü şimdiye kadar seni hep doğru olarak bulduk. Senin yalan söylediğini hiç işitmedik!” dediler. (Buhari, Tefsir, 26) Bizans İmparatoru Herakliyus, Hz. Peygamber hakkında malumat edinmek için, henüz iman etmemiş olan Ebu Süfyan’a yönelttiği soruların birinde: “Hiç sözünde durmadığı oldu mu?” diye sormuştu. O sıralar Peygamber (s.a.s)’e muhalif olmasına rağmen Ebu Süfyan’ın verdiği cevap: “Hayır! O, verdiği her sözü mutlaka tutar!” demişti. (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 1, 5-6) Peygamber (s.a.s)’in sade siması bile sadakatin mücessem bir ifadesiydi. Öyle ki, Yahudilerin seçkin ulemasından Abdullah bin Selâm, O’nun gül yüzünü gördüğünde: “Bu yüz yalancı yüzü olamaz!” diyerek iman etmişti. (Tirmizî, Kıyâme, 42)
Emanet; Peygamberlerin, her hususta emin, dürüst ve güvenilir olmalarını, Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara değiştirmeden, artırıp eksiltmeden tebliğ etmelerini ifade eder. Ayet-i kerimelerde peygamberlerin ümmetlerine: “Size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve ben sizin için emin bir nasihatçiyim.” (el-A’raf, 68) “Şüphesiz ben, size gönderilen emin bir peygamberim.” (eş-Şuara, 107) buyurdukları bildirilmektedir. Nitekim Hz. Peygamber hakkında söylenen “Muhammedü’l-Emin” tabiri, müşriklerin de dillerinden düşmezdi. Onlar kendi yandaşlarına değil, Hz. Peygamber’e güvenip emanetlerini teslim ederlerdi. Hatta hicret edeceği zaman dahi, Hz. Peygamber’in yanında müşriklerin birtakım emanetleri vardı. Hz. Peygamber (s.a.s), ölüm tehlikesine rağmen Hz. Ali’yi Mekke’de bırakıp onları sahiplerine teslim ettirmişti. El-Emin vasfı, Hz. Peygamberin âdeta ikinci bir ismi olmuştur. Nitekim Kâbe hakemliği esnasında O’nun geldiğini görenler “el-Emin geliyor!” diyerek sevinmiş ve her hususta kendisine itimat ederek Onunla istişare etmişlerdir.
Fetanet; muhakeme ve zekâ seviyesi yüksek kimseler anlamındadır. Peygamberler, kuvvetli bir hafıza, yüksek bir idrak, güçlü bir mantık ve ikna kabiliyetine sahiptirler. Her peygamberin, vazifesini eksiksiz ve mükemmel bir şekilde yerine getirebilmesi için, böyle üstün bir zekâya sahip olması icap eder. Aksi takdirde, gönderildikleri kimselere karşı kuvvetli deliller getiremez, onları ikna veya ilzam edemezler. Bu sıfat, Peygamber (s.a.s.)’in bütün hayatında tezahür etmiştir. Kâbe tamir edilirken Hacer-i Esved’i yerine koyma meselesinde doğan büyük ihtilâfı, o esnada Harem kapısında görünen Hz. peygamber, eşsiz bir basiret ve feraset örneği sergileyerek kolayca çözmüş, kabileler arasında çıkabilecek muhtemel bir savaşa engel olmuştur. Yine O’nun İslam yolunda yaptığı muharebelerde gösterdiği dirayet, barış antlaşmalarında, bilhassa Hudeybiye’de ortaya koyduğu feraset, Mekke’nin kan dökülmeksizin fethi ve hidayetlere vesile olunması, Huneyn’de, Tâif’te izlediği harikulade taktik ve gösterdiği adalet bir fetanet eseridir.
İsmet; Peygamberlerin, gizli ve aşikâr her türlü günahlardan uzak olduğunu ifade eden bir sıfattır. Bu vasıfları sebebiyle onlar, peygamberliklerinden önce de sonra da şirk bataklığına düşmekten korunmuşlardır. Allah’tan aldıkları vahyi insanlara tebliğ ederken unutmaları veya hata etmeleri mümkün değildir. Peygamberler ismet sıfatına sahip olmasalardı, verdikleri haberlerin doğruluğuna güvenilmezdi. Kelâm âlimlerimiz, kendilerinden “zelle” olarak ifade edilen birtakım sürçmelerin söz konusu olabileceğini belirtseler de Ancak bu küçük hatalar yüce Allah tarafından düzeltilmiştir. Örneğin, Hz. Peygamber aldığı bazı kararlarla ilgili yahut bazı davranışlarıyla ilgili ilahi iradenin müdahalesine muhatap olmuş ve Allah tarafından uyarılmıştır.
Tebliğ sıfatı ise; Peygamberlerin, ilâhî emirleri dosdoğru olarak, emredildikleri şekilde insanlara bildirdiklerini ifade eder. Tebliğ, peygamberlerin en önemli vazifelerindendir. Ayet-i kerimede şöyle buyrulur: “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. …” (el-Mâide, 67) Peygamberler, tebliğ vazifelerini yerine getirirken, çeşitli sıkıntılarla karşılaşmışlardır. Fakat hiçbir zaman davalarından taviz vermemişlerdir. Hz. Peygamberde, tebliğ vazifesini yerine getirirken en yakınlarından başlamış, muhatabının halet-i ruhiyesini ve anlayış seviyesini gözetmiş, tedriciliğe riayet etmiş, bulduğu her fırsatı değerlendirmiş, hiçbir zaman zorlaştırmamış, daima kolaylaştırmış, hep müjdelemiş, asla nefret ettirmemiştir.
Hz. Peygamberin şahsında son kez temsil edilen bu nebevi sıfatlarla birlikte ayetlerde Hz. Peygamber için Beşîr (Müjdeci), Nezîr (Uyarıcı), Dâî (Davetçi), Sirâc (Kandil) ve Münîr (Aydınlatıcı) gibi sıfatlar da yer almaktadır. O, bir defasında “Ben Muhammed’im, Ahmed’im, el-Mukaffî’yim(peygamberlerin ardından gelen), el-Hâşir’im(insanların arkamda toplandığı), Tevbe Peygamberi’yim, Rahmet Peygamberi’yim.” (Müslim, Fedâil, 126) buyurmuştur. Makâm-ı mahmud, şefaat-i uzmâ gibi özelliklere sahip olan Hz. Peygamber Mahmud, Mustafa, Mücteba, Hadi, Rasûlü’s-sekaleyn, Hâtemü’l-enbiya gibi nice güzel isim ve sıfatlarla da anılmaktadır.