Tek bir insan, tek bir âile, tek bir millet, tek bir devlet, tek bir gün, tek bir yüzyıl… Her birini incelemeye kalktığımızda bu derinlik içinde kayboluyoruz. Bunu, boyumuzu aşan bir muammâ, bir yapboz veya sırlar yumağı olarak kabul edip kendi hayatımıza bakmalıyız.

KADER SIRRI

Kader, ilâhî bir sırdır. Hemen her konuda tefekkürü tavsiye ve emreden dînimiz, “Allâh’ın Zâtı” ve “kader-i ilâhî” mevzularında konuşmayı, düşünmeyi, tartışmayı gereksiz ve tehlikeli görmüştür. Zira bunlar, akıl ve bilginin idrâk ve ihâta sahasının dışındadır. Allâh’ın yarattığı bir varlık olan uzayın sınırlarını bile bugünkü bilgi ve gelişmiş teknolojiler ile anlamaktan/hesaplamaktan âciz olan insan aklının, bunu yaratan yüce kudretin idrâk ötesi mükemmellikte (müteâl) Zât’ını anlamaya çalışması beyhûde değil midir? Biz, O’nun ilmini, sanatını, kudretini, sıfat ve tecellîlerini görür; Zât’ının ne kadar ulvî olduğunu idrâk eder ve Zât-ı İlâhiyye üzerinde derin mütâlaa ve tefekkürden sarf-ı nazar ederiz.

Aynı şey “kader” için de söz konusudur. Bırakın bir ömür boyunca karşılaştıklarımızı, bir gün boyunca karşılaştığımız insanlar, hâdiseler, sözler, okuduklarımız, izlediklerimiz… Hepsi bizim kaderimize tesir etmektedir. Az veya çok bizi şekillendirmekte, biz de duruşumuzla, söz ve davranışlarımızla etrafımıza tesir etmekteyiz.

Meselâ Amerika’da yapılan bir film, senaristi, yapımcısı, oyuncuları ile birçok kişiyi etkilediği gibi, sinemacısı ile, bundan para kazanan kimselerle, izleyenler açısından da milyonlarca kişinin kaderine doğrudan tesir etmektedir.

Bazen bir sözün, bir kitabın, bir filmin “hayatımızı nasıl değiştirdiğini” söyleriz. Düşünün, tek bir filmin/dizinin izini sürsek, kaç kişi, nerede, nasıl izledi; hayatında ne gibi değişiklikler oldu? Tek başına bir “kare” bile kaderin sırlarından bir sırdır.

Hepsini kuşatmak mümkün mü?

Bir insanın hayatı boyunca karşılaştığı bütün hâdiseler, insanlar, acı-tatlı hatıralar; nasıl kaderin bir parçası ise, insanların birbirleriyle tesir cümbüşü nasıl bir derinliğe sahiptir, hepsini kuşatmak mümkün mü? Bir baba düşünün, içki içiyor, âilesine kötü davranıyor. O, babasından böyle görmüş, kendini değiştirmeyi tercih etmek yerine, aynısını taklit etmiş; kınadığı babasına dönüşmüş. Onun eşi, çocuğu, dostu, arkadaşı… Herkes düşüncelerine, yaptıklarına şâhit… Bu sarhoş babanın alırken, satarken, konuşup sohbet ederken, ayyaş bir şekilde kavga ederken; kısacası bütün hayatı başlı başına bir “imtihan”… Herkes onunla imtihan hâlinde… O içkiyi üretenler, takdim edenler… Sabredenler, göz yumanlar, teşvik ve yârenlik edenler, içinden “Oh olsun!” diyenler… Onu bu yoldan vazgeçirmeye çalışanlar, tebliğ ve tavsiyede bulunanlar, onu sömürmenin derdinde olanlar, ya da “bir tekme de ben vurayım” diyenler… Ya da yediğimiz bir lokmada kaç kişinin kaderi düğümleniyor.

Velhâsıl-ı kelâm… Kader çok girift bir mevzu… Tek bir insan, tek bir âile, tek bir millet, tek bir devlet, tek bir gün, tek bir yüzyıl… Her birini incelemeye kalktığımızda bu derinlik içinde kayboluyoruz. Bunu, boyumuzu aşan bir muammâ, bir yapboz veya sırlar yumağı olarak kabul edip kendi hayatımıza bakmalıyız.

Duruşumuz nasıl olacak?

Hayatta seçtiğimiz şeyler var; seçmeden bize verilenler var. Meselâ biz milletimizi, doğduğumuz yer ve zamanı, anne-babamızı kendimiz seçmemişiz. O hâlde âhirette “neden bu dönemde, bu çevrede doğduğumuz ile ilgili” bize bir şey sorulmayacak. Ancak bu şartlar altında ve bu kimselerle nasıl bir münasebet geliştirdiğimiz, Allâh’ın hazırladığı bu “ortam”ı nasıl değerlendirdiğimiz, neler yaptığımız/yapmadığımız mutlaka sorulacak. Allah bize bütün nîmetleri vermedi; verdiği kadarının hesabını soracak. Başımıza türlü felâketler, musibetler geldi. Bu musibetlerin gelişindeki payımız ve bunlara karşı duruşumuz sorulacak!

Kısacası, bizi ilgilendirmeyen, değiştiremeyeceğimiz şeylerle meşgul olmayı bırakıp kalan ömrümüze, yapabileceklerimize ve yapmamız gerekenlere odaklanalım. Kalan ömrümüzü beyhûde heves ve heyecanlar yerine, elimizdeki bütün imkânları büyük hedef, dâvâ ve idealler uğruna, Allah için seferber edelim. Dünya fânî, ölüm âni. Bu gidişin dönüşü yok; pişmanlığı çok. Dem bu demdir, dem bu dem!..