Kurʼân ehlinin Allah ve Rasûlü katında müstesnâ bir yeri ve değeri vardır. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) hayatın her alanında Kur’ân ehlini tercih etmiş, onları herkesin önüne almıştır. İmâmete, vâliliğe, kumandanlığa, faziletli mekânlara hep Kur’ân’ı en çok tahsil edenleri geçirmiştir.

AZAD EDİLEN SALİM (R.A)

Köle iken Ebû Huzeyfe (r.a) tarafından âzâd edilen Sâlim (r.a), Kur’ân’ı en iyi bilen ve en güzel okuyan sahâbîler arasına katılmıştı. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.v) Kur’ân’ın dört kişiden alınmasını tavsiye ettiklerinde Sâlim’i de bunlar arasında zikretmişlerdi.[1] İlk Muhacirler, Rasûlullah Efendimiz’den önce Kuba’daki Usbe isimli yere geldiklerinde, onlara Sâlim imamlık yapıyordu. Çünkü Kur’ân’ı en çok bilenleri o idi.[2] Hâlbuki cemaatin içinde Hz. Ömer ve Ebû Seleme gibi büyük sahâbîler de vardı. Bu sebeple kendisine “Muhacirlerin İmamı” lakâbı verildi. Hz. Ebû Bekir’in hilâfetinde Müseylimetü’l-Kezzâb’la yapılan şiddetli Yemâme harbinde muhacirlerin bayraktarlığını Sâlim yapıyordu. Müslümanların dağılmaya başladığını görünce “Biz Rasûlullah zamanında böyle yapmazdık” dedi ve yerini aslâ terketmedi. “Bayrağı bırakıp kaçarsam ben ne kötü bir Kur’ân hâmili olurum” diyerek sabırla mücâdele etti. Sağ eli kopunca bayrağı sol eline aldı, o da kesilince boynuyla kaldırmaya çalıştı ve nihayetinde şehid düştü. Hz. Ömer (r.a) vefat etmeden önce yerine bir halife tayin etmesi istendiğinde Sâlim hayatta olsaydı hiç tereddüt etmeden onu tavsiye edeceğini söyledi.[3] İşte Kur’ân, Sâlim (r.a)’i böyle herkesin gözdesi hâline getirmişti.

KUR’ÂN’I EN İYİ BİLENİNİZ SİZE İMAM OLSUN!

Amr bin Seleme (r.a) anlatıyor: “Yaşadığımız böl­ge, Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in ziyaretçilerinin yol güzergâhındaydı. Ziyaretten dönenler bize uğrar ve «Rasûlullah (s.a.v) şöyle şöyle buyurdular…» diye haber verirlerdi. Ben hâfızası kuvvetli bir çocuktum, bu sâyede Kur’ân-ı Kerim’den birçok (sûre) ezberlemiştim. Babam, kabilesinden bir heyetle birlikte Peygam­ber Efendimiz’e elçi olarak gitmişti. Allah’ın Elçisi de onlara namazı öğretip; «Kur’ân’ı en iyi bileniniz size imam olsun!» buyurmuşlar. Ezberlediğim sûreler sebebiyle aralarında Kur’ân-ı Kerîm’i en iyi bilen bendim. Bu sebeple beni öne ge­çirip imam yaptılar. Üzerime sarı küçük bir hırka giyerek onlara namaz kıldırıyordum. Secdeye vardığım zaman hırka vücudumdan sıyrılıp kısalıyordu. Kadın­lardan biri; «İmamınızın avret mahallini bizden gizleyiniz!» dedi. Bunun üzerine bana Umman kumaşından bir gömlek satın aldı­lar. Müslüman olma nimetinden sonra bundan daha fazla sevindiğim bir şey olmadı. Kavmime imamlık yaparken 7 veya 8 yaşımdaydım.”[4]

Osman bin Ebi’l-Âs (r.a) da şu calib-i dikkat hâdiseyi nakleder: Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in yanına kabilemizin temsilcisi olarak gelmiştik. Arkadaşlarımın içinde Kur’ân’ı öğrenme hususunda en gayretli olan bendim. Bakara sûresini öğrenerek onlara üstünlük sağlamıştım. (Bu hasletim sebebiyle) Rasûlullah (s.a.v) bana şöyle buyurdular:

“–En küçükleri olmana rağmen seni arkadaşlarının başına emîr tâyin ettim. Kur’ân’a temiz olmadığın müddetçe dokunma!”[5]

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), Tebük Seferi’ne çıkarken Neccâroğulları’nın sancağını Umâre bin Hazm’a vermişlerdi. Daha sonra Zeyd bin Sâbit’i görünce, sancağı Umâre’den alıp ona verdiler. Umâre (r.a):

“−Yâ Rasûlâllah! Bana kızdınız mı?” diye sorunca Peygamber Efendimiz (s.a.v):

“−Hayır! Vallahi kızmadım! Lâkin siz de Kur’ân’ı tercih ediniz! Zeyd, Kur’ân’ı senden daha çok ezberlemiştir. Burnu kesik zenci köle bile olsa, Kur’ân’ı daha çok ezberlemiş olan kimse, başkalarına tercih edilir!” buyurdular. Evs ve Hazrec kabilelerine de, sancaktarlık şerefini, Kur’ân’ı daha çok ezberlemiş kimselere lâyık görmelerini emrettiler.[6]

Tabiî ki bu kişiler, Kur’ân’ı sâdece ezberleyen değil hükümlerini yaşayan ve onunla hâllenen hâfızlardı.

Rasûlullah (s.a.v) kabirde bile Kur’ân’ı iyi bilenlere öncelik vermiştir. Şu ibretli hâdise bunun en meşhur şâhididir: Uhud Harbi’nden sonra Ensâr (r.a):

“–Yâ Rasûlâllah! Pek çok sıkıntı ve meşakkate uğradık. (Şehidlerimiz ve yaralılarımız çok olduğu için her bir şehîdimize bir kabir kazmamız çok zor.) Bize ne yapmamızı emir buyurursunuz?” diye sormuşlardı. Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v):

“–Geniş kabirler kazınız ve her kabre ikişer üçer şehîd koyunuz!” buyurdular.

“–Peki, hangisini ön tarafa koyalım?” diye sordular. Efendimiz (s.a.v):

“–En çok Kur’ân tahsil edeni öne koyunuz!” buyurdular.[7]

Kur’ân’ın azameti sebebiyle kalbinde ondan daha fazla bulunan mü’min diğerlerinden efdal olmaktadır. Şehitler arasında böyle olduğu gibi hayatta olanlarda da aynı hüküm cârîdir. Her zaman için Kur’ân-ı Azîm’i kalbine daha fazla nakşeden ve onu takvâ üzere yaşayan mü’min diğerlerinden daha faziletlidir.

Hz. Ömer (r.a) Kur’ân’ı iyi bilen insanlara çok değer verirdi. Genç yaşlı bütün âlimler (Kurrâ) onun danışma meclisinde bulunur, bir karar vereceğinde veya bilemediği bir meseleyle karşılaştığında devamlı onların fikirlerini sorar, kendileriyle istişâre ederdi.[8]