Yüce kitabımız Kur’an’da, verilen sözün yerine getirilmemesi Allah katında en çirkin davranışlardan biri olarak ifade edilmektedir: “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz. Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah katında büyük öfkeye sebep olur”. (Saf. 61/3.) İşte bundan dolayı olsa gerek ki, Allah adına verilen ahdin bozulmaması istenmiştir.

“Sözü yerine getirmek, verdiği söze bağlı kalmak, özü ve sözü doğru olmak” anlamlarına gelen ahde vefâ ya da kısaca vefâ, Kur’ân ahlakının en önemli ilkelerinden biridir. Kur’ân’da ahde uygun hareket edilmesi imândan sayılmış, verilen söze aykırı davrananlar ise, “fasıklar” olarak nitelendirilmiştir.

Hem Allah’a hem de insanlara karşı verilen ahdin yerine getirilmesi gerekir. Kur’an’da felaha eren ve cennete girecek müminlerin özelliklerinden bahsedilirken; “Mü’minler emanetlerini gözeten ve sözlerini yerine getirenlerdir.” (Mü’minûn. 23/8) buyurulmakta ve bu âyette inananların çok önemli iki niteliği birlikte zikredilmektedir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, aht, Allah-insan ve insan-insan arasında yapılan tüm anlaşma, sözleşme ve söz vermeleri kapsar. Kur’ân, toplumların sağlam ve güvenilir ahlakî ilkeler üzerine inşa edilmesini istediği için özellikle emanete riâyetin ve ahde vefânın önemini tekrar tekrar vurgulamaktadır.

Kur’ân-ı Kerîmde Allah ile yaptıkları ahde sadık kalanlara büyük mükafatlar vaad edilmiş, Allah’a karşı verdikleri ahde bağlı kalmayanların âhirette hiçbir nasip alamayacakları haber verilmiş ve verdikleri sözü yerine getirmeyenler bozguncu (fasık) olarak nitelendirilmişlerdir: “Onlar öyle sapıklar ki, kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönerler, Allah’ın ziyaret edilip hal ve hatırının sorulmasını istediği kimseleri ziyaretten vazgeçerler ve yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar. İşte onlar gerçekten zarara uğrayanlardır.” (A’raf. 7/102.) Bu kısa ve geniş çerçeveli âyet anlam bakımından çok zengindir. Bu açıdan iki insan arasındaki ilişkiden, uluslararası ilişkilere kadar bütün ahlâkî durumları kapsamaktadır. Bu âyete göre, Allah’ın insanlara korunmasını emrettiği ilişkileri kesmek, kaos ve düzensizliğe neden olur. Çünkü sadece bu ilişkiler, insanları Allah’a ve birbirlerine bağlayabilir.

Kur’ânda Allah’a karşı verdikleri ahdi yerine getirmeyenler daha ziyade Yahudi ve Hıristiyanlar olduğu zikredilmektedir. Bu, onların belirgin özelliklerindendir. Allah’a verdikleri sözü yerine getirmemiş, ahitlerini ihlal etmiş ve bunu alışkanlık haline getirmişlerdir. Ehl-i Kitab’ın, ahitlerini çiğnedikleri, Allah’ın âyetlerini reddettikleri, peygamberleri haksız yere öldürdükleri ve ‘Kalplerimiz kapalıdır’ demeleri sebebiyle lanetlendikleri ve kalplerinin mühürlenip katılaştırıldığı açıkça ifade edilmektedir. İsrâiloğulları, Hz. Mûsâ’ya karşı gelmelerinden ötürü üzerlerine çöken Allah’ın azabının kaldırılmasını istemeleri üzerine, Hz. Mûsâ da onlara, Allah’a verdikleri sözü hatırlatmıştır. Çünkü özellikle Yahudiler ne zaman Allah’a söz vermişlerse, içlerinden çoğu bu ahdi bozmuştur. Allah, Hıristiyanlardan da ahitler almış, fakat onlar da sözlerinin bir kısmını unutmuşlardır. Kur’ân’da önceki bütün ümmetlerden ahitler alınmış olmasına rağmen, özel olarak Hz. Muhammed’in (s.a.s) ümmeti adına bir ahitten bahsedilmemektedir.

Kur’ân ahde vefa mevzusunda son derece hassas davranır ve bu konuda asla müsamaha göstermez. Çünkü ahde vefa, ferdî, toplumsal ve uluslararası hayatı birbirine bağlayan en güçlü bağ ve güven unsurudur. O olmazsa toplum dağılır ve mahvolur. İnsanlar arası ilişkilerde güven unsurunun hâkim olabilmesi için yegâne garanti vasıtası ahde vefâdır. Bu güven olmadan veya sağlanmadan toplum hayatı mümkün olmaz, insanlık yapısı geliştirilemez. Bu yüzden, Allah Teâlâ, Kur’an’da, insanların toplum hayatının gereği olarak birbirleriyle yaptıkları sözleşmelerin esaslarına uygun hareket etmelerinin, verdikleri sözleri mutlaka yerine getirmelerinin önemi üzerinde ısrarla durur.

Kur’ân-ı Kerîmin, üzerinde durduğu ve emrettiği konulardan biri de ahde vefadır. Buna karşın ahdi bozmayı ve yapılan tüm antlaşmaları hiçbir nesnel gösterge olmadan bozulmasını yasaklar. Bunu bazı örneklerle izah eder. Bazı kişilerin veya ulusların ahitlerini bozarken kendilerince gösterecekleri gerekçeleri de reddeder.

Kur’ân-ı Kerîm Ahde vefanın Müslümanların karakteristik özelliklerinden olduğunun vurgusunu yapmakta ve gerek insanlar arası ilişkilerinde olsun ve gerekse uluslararası ilişkilerinde olsun ahde vefaya ayrı bir önem atfetmektedir. Başka bir ifadeyle, Kur’ân-ı Kerîm, ahde vefayı, insanın bireysel ve toplumsal hayatının önemli ve uyulması zorunlu unsurlarından biri olarak telakki eder. Dolayısıyla ahde vefa göstermek, hem Allah-insan ilişkilerinin hem de uluslararası ilişkilerin temel unsurlarındandır.

Son olarak ahde vefa, insanoğlu için kaçınılmaz olan, onsuz yaşamın mükemmel olamayacağı çeşitli antlaşmaları, sözleşmeleri içeren kapsamlı temel bir ahlâkî bir ilkedir.