Abdullah bin Revâha (r.a.)-12

 

 “Ey nefsim! Ben, seni kendime boyun eğdireceğim, diye yemin ettim. Sen bu­na ya kendiliğinden razı olursun ya da bunu sana zorla kabul ettiririm! Görüyo­rum ki, sen cennetten pek hoşlanmıyorsun. Yıllar uzayıp gittiği hâlde sen hâlâ tatmin olmamışsın. Ey nefsim! Sen şimdi öldürülmesen, ölmeyecek misin? İşte ölüm sana geldi çattı. Arzu etmediğin şey sana verilecektir. Eğer o iki kişinin yaptıklarını yapar, şehitliği tercih edersen, doğru bir iş yapmış olursun; eğer ge­cikirsen bedbaht olursun…”

Abdullah bin Revâha böyle diyerek çarpışıyordu. Bu sırada parmağı yaralan­dı. Yaralanan parmağı, kılıç sallamasına engel oluyordu. Atından yere indi, ya­ralı parmağını ayağının altına aldı ve:

“Sen sadece kanayan bir parmak değil mi­sin? Bu kazaya da Allah yanında uğramış bulunuyorsun.” diyerek çekip kopardı. Nefsinin tereddüdünü hâlâ giderememişti. Son olarak şunları söyledi:

“Ey nefis! Şehit olmaktan seni çekindiren, sakındıran, hangi şeylerdir? Eğer çekingenliğin hanımından mahrum kalmaktan ileri geliyorsa, o üç talakla bo­şanmıştır. Kölelerinden mahrum kalmaktan ileri geliyorsa, onlar azat edilmiş­tir. Yok eğer bakımsız, verimsiz hâle gelmiş bahçenden bostanından ileri geli­yorsa, o, Allah ve Resûlüne bırakılmıştır.”

Bütün gücüyle savaşmaya başlayan Abdullah bin Revâha, mızrakla yaralan­dı, yere yıkıldı. Çok geçmeden, kaldırıldığı yerde can verdi.