Amr bin Abese (r.a.)-2

 

Pey­gamberimiz, “Allah’ın Resûl’üyüm” cevabını verdi. Sonra da aralarında şöyle bir konuşma geçti:

“Seni Allah mı gönderdi?”

“Evet, beni Allah gönderdi.”

“İnsanları neye davet ediyorsun?”

“Hiçbir şeyi ortak etmeksizin Allah’a ibadete, putları kırmaya, akrabayı ziya­ret etmeye…”

Hz. Amr daha fazla dayanamadı. “Sen ne güzel şeyler için gönderilmişsin… Uzat elini, sana biat edeyim.” dedi. Sonra da Kelime-i Şehadet getirerek İlk Müs­lü­man­lar­dan olma şerefini kazandı. Hz. Amr’ın İslam’ı kabul edenlerin dört veya beşincisi oldu­ğu rivayet edilir.

Hz. Amr’ın artık içi içine sığmıyordu. Re­sû­lul­lah’ın yanında kalıp ona hizmet etmeyi arzuluyordu. Fakat Peygamberimiz buna razı olmadı. Çünkü henüz o sı­ralar davetini açıklamamıştı. Davet vazifesini gizliden gizliye yürütüyordu. Hz. Amr’a, “Davet ettiğim şeye karşı halkın ne kadar şiddet gösterdiğini görüyor­sun. Senin bu şartlarda burada kalmaya gücün yetmez. Sen şimdilik ailenin ya­nına dön, orada kal. İnsanları hak yoluna davet et. Benim açıktan davetimi haber alınca da yanıma gel.” buyurdu.[1]

Amr’ın (r.a.) artık gönlündeki boşluk dolmuş, aradığını bulmuştu. Fakat şim­di yine hasret gözüküyordu. Ondan ayrılmayı arzu etmese de, sözünü dinlemesi gerektiğini düşündü. Hicranlı bir şekilde Mekke’den ayrılarak, memleketi olan Salem’e geldi. Burada tebliğ hizmetinde bulundu. Bu uğurda zorluklarla karşı­laştı. Fakat sabırla mücadelesine devam etti.

Amr bin Abese (r.a.) bir yandan İslamiyet’i anlatıyor, bir yandan da Mek­ke’den bir haber bekliyordu. Gelenden gidenden soruşturuyordu. Nihayet bir gün Peygamberimizin Medine’ye hicret ettiğini, müşriklerle savaştığını, onları mağlup ettiğini duydu. Daha fazla bekleyemezdi. Hazırlıklarını tamamlar ta­mamlamaz Medine’ye hicret etti. Pey­gamberimizi buldu. “Yâ Re­sû­lal­lah, beni tanıdınız mı?” dedi. Peygamberimiz, “Evet, tanıdım. Sen Mekke’de bana gelen Salemli değil misin?” buyurdu. Hz. Amr, hic­ret ettiğini, artık Medine’ye yerleş­mek istediğini söyledi. Re­sû­lul­lah (a.s.m.), onun bu hareketinden hoşnut oldu. Onu Ashâb-ı Suffe’nin içine kattı.

Hz. Amr, Re­sû­lul­lah’tan ayrı olarak geçirdiği zamanlara çok üzülüyor, müm­kün oldu­ğu kadar bunu telafi etmeye çalışıyordu. Sık sık Peygamberimize geli­yor, “İlminden ba­na da öğret.” diyordu. Peygamberimiz de her seferinde bir şeyler öğretiyordu. Hz. Amr böylece dinî bilgisini artırdı. Birçok hadis rivayet etti. Bunlardan birisi şu mealde­dir:

“Kim Allah yolunda bir ok atarsa, ok isabet etse de etmese de İsmailoğullarından bir köle azat etmiş gibi sevap kazanır.”[2]

Hz. Amr, gösterişten, insanların kendisinden bahsetmesinden hiç hoşlan­mazdı. Bir gün birkaç kişiyle bir yolculuğa çıkmıştı. Bir ara arkadaşlarından ay­rıldı. Biraz geç kalınca, içlerinden biri onu aramaya çıktı. Onu bir kenarda uyur­ken buldu. Hava çok sıcaktı. Bir bulutun onu gölgelediğini gördü. Uyandırdı­ğında Amr bin Abese (r.a.) ona şöyle dedi:

“Bu gördüğünü hiç kimseye söyle­me. Eğer söylersen aramız bozulur!”[3]

Hz. Amr, Bedir, Uhud, Hendek, Hayber gibi savaşlar esnasında memleketin­de olduğundan bunlara iştirak edemedi. Fakat Mekke’nin Fethi’ne ve Tâif Sefe­ri’ne katıldı. Tâif Muhasarası’nda Peygamberimizin, “Her kim Allah yolunda bir ok atıp isabet ettirirse, Cenâb-ı Hak cennette ona bir derece verir.” buyurduğunu işitti. Hemen harekete geçti. Ok kabında bulunan bütün okları düşman üzerine boşalttı.[4]

Amr bin Abese (r.a.) her hareketinde Peygamberimizin sünnetini esas alır, sünnete ters bir şey gördüğünde hatırlatmada bulunurdu. Bir defasında, Bizans­lıların müddeti bitecek olan anlaşmayı yenilemeyip saldırıya geçecekleri du­yulmuştu. Halkın birçoğu, “Biz onlardan önce davranıp hücuma geçelim!” tekli­finde bulundu. Fakat Hz. Amr, Re­sû­lul­lah’tan ahde vefasızlığın helal olmadığı­nı işittiğini söyleyerek, onları bu fikirden vazgeçirdi.[5]