CÜNEYD-İ BAĞDADİ-1
- 07-12-2020 11:12
- 04-08-2023 22:18
- 12
Cüneyd-i Bağdadi yedi yaşında iken, mektepten gelince babasının ağladığını görüp, sebebini sordu: "Zekat olarak dayın Sırrı-yi Sekati'ye birkaç gümüş göndermiştim, almamış. Kıymetli ömrümü, Allah adamlarının, beğenip almadığı gümüşler için geçirmiş olduğuma ağlıyorum." dedi. Cüneyd-i Bağdadi; "Babacığım, parayı ver ben götüreyim." deyip dayısının evine gitti. Kapıyı çaldı. Dayısı, kim olduğunu sorunca; "Ben Cüneyd'im dayıcığım. Kapıyı aç ve babamın zekatı olan bu gümüşleri al dedi. Dayısı; "Almam!" deyince, Cüneyd-i Bağdadi; "Adl edip babama emreden ve ihsan edip, seni serbest bırakan Allahü teala için al" dedi. Dayısı; "Allahü teala babana ne emretti ve bana ne ihsan etti?" dedi. Cüneyd-i Bağdadi; "Babamı zengin yapıp, zekat vermesini emretmekle adalet eyledi. Seni de fakir yapıp, zekatı kabul etmek ve etmemek arasında serbest bırakmakla ihsan eyledi." dedi. Bu söz Sırrı-yi Sekati'nin çok hoşuna gidip; "Oğlum! Gümüşleri kabûl etmeden önce seni kabul ettim." dedi ve kapıyı açıp parayı aldı.
Cüneyd-i Bağdadi dayısına talebe olduktan bir süre sonra onunla beraber hacca gitti. Mescid-i Harâmda dört yüz kadar büyük zat, şükür hakkında konuşuyorlardı. Her zat şükrü tarif ve izah ettiler. Neticede dört yüz ayrı izah meydana geldi ise de, hepsi de bu tarif ve izahları yetersiz buldu. Hazret-i Sırrı-yi Sekati, orada bulunan Cüneyd-i Bağdadi'ye; "Madem ki buradasın, bu hususta bir de sen bir şeyler söyle." dedi. Cüneyd-i Bağdâdî; "Şükür, Allahü teâlânın ihsân ettiği nîmet ile O'na isyân etmemek, O'na isyân için, ihsân ettiği nimeti sermaye olarak kullanmamaktır." buyurdu. Orada bulunanların hepsi bu cevaba çok sevinip; "Seni tebrik ederiz. Maksadı en güzel şekilde ifade ettin. Bu, ancak bu şekilde tarif edilebilirdi." dediler. Sırrı-yi Sekati; "Yavrum, öyle anlıyorum ki senin lisanın doğru ve kuvvetli olacak. Böyle güzel söyleyebilmek hali sana nereden geliyor?" deyince, Cüneyd-i Bağdadi; "Sizin sohbetlerinizde bulunmakla efendim." dedi.
Cüneyd-i Bağdadi hocasına ait olan evin bir odasında kalırdı. Her an Allahü tealayı hatırlardı. Seccadesi üzerinde, sabaha kadar "Allah, Allah" der, aynı abdestle sabah namazını kılardı. Bu hal senelerce böyle devâm etti.
Bir gece yıkanmak için suya ihtiyacı oldu. Hava çok soğuk olduğu için; "Sabah olmasını bekleyeyim, su ısıtırım veya hamama gidip yıkanırım" dedi. Sonra düşündü ki: "Ben yıkanmayı tehir için, sabahın olmasını, su ısıtmak, hamama gitmek gibi bir sürü şeyleri istiyorum. Halbuki, Allahü teala bana sadece bir defa yıkanmamı emrediyor. Ben de onu tehir için çeşitli bahaneler arıyorum. Benim yaptığım hiç münasip değil." dedi. Hemen, gecelik elbisesi üzerinde olduğu halde, soğuk su ile gusletti.
Tasavvufu, dayısı Sırrî-yi Sekati'den öğrendi. Asrının kutbu idi. Binlerce veli yetiştirdi. Otuz defa yaya olarak hacca gitti. Kerametleri, nasihatları, hikmetli sözleri ve ihlaslı amelleri ile meşhur oldu. Zahiri ilimleri, İmam-ı Şafii'nin talebelerinden Ebû Sevr'den öğrendi. Ayrıca Haris-i Muhasibi, Muhammed Kassab ve başka zatlarla da sohbet etti.
Cüneyd-i Bağdada hazretleri, otuz sene cemaatle namazda ilk tekbiri kaçırmadı. Namazda kalbine dünya düşüncesi gelse, o namazı tekrar kılardı. Daima Allahü tealayı hatırlardı. Her gün 400 rekat namaz kılardı. Otuz yıl yatsı namazından sonra hiç uyumadan ibadetle meşgül oldu.
Hocası Sırri-yi Sekati, ona bir meclis kurup, insanlara ilim öğretmesini, nasihat etmesini söylerdi, fakat o kendini bu işe layık bulmayıp, nefsini kötülerdi. Bir Cuma gecesi Peygamber efendimizi rüyada gördü. Ona; "Ey Cüneyd! İnsanlara nasihat et! Zira senin sözün halkın kalplerinin rahatlık ve ferahlık bulmasına sebeptir. Allahü teala senin sözünü, insanların kurtuluşa ermesi için sebep kılmıştır." buyurdu. Uyandı, sabahleyin erkenden hocasının yanına vardı. O hiçbir şey söylemeden; "Peygamber efendimiz tarafından vazifelendirilmedikçe, insanlara ilim öğretmekten çekindin." dedi. Ertesi gün bir meclis kurup, insanlara Resülullah'ın yolunu anlatmaya başladı.
Cüneyd-i Bağdadi'ye; "İhlası kimden öğrendiniz?" diye sorduklarında; "Mekke-i mükerremede bulunuyordum. Bir berber gördüm. Ona; "Allah rızası için benim saçlarımı düzeltebilir misin?" dedim. Berber; "Elbette." dedi. O sırada, mevki sahibi birini traş etmekte idi. Hemen traşını bırakıp; "Efendi, kalk. Bir kimse Allah için bir şey istedi mi, bütün işler durur, derhal ona bakılır." dedi. Sonra berber koltuğuna beni oturtup traş etti. Sonra da bana bir miktar altın verip; "İhtiyaçların için lazım olur, onlara harcarsın!" dedi. Ben bu hale çok hayret edip, elime geçecek ilk parayı kendisine hediye etmeye niyet ettim. Az bir zaman sonra bana Basra'dan bir kese altın gönderdiler. Hemen götürüp o keseyi ona verince sebebini sordu. Ben de niyetimi açıkladım. Bunun üzerine bana; "Sen, Allah rızası için beni traş et." dedin. Ben de o niyetle seni traş ettim. Şimdi bunları alırsam, niyetimde bir değişme olmasından korkuyorum." dedi.
Salihlerden bir zat rüyasında Peygamber efendimizi gördü. Cüneyd-i Bağdadi de yanlarında bulunuyordu. Bu sırada biri gelip, Peygamber efendimize bir sual sordu. Peygamber efendimiz; "Bunun cevabını Cüneyd'den iste. O cevap versin." buyurdular. Cüneyd-i Bağdadi; "Ya Resülallah! Sizin mübarek huzurunuzda ben nasıl konuşabilirim?" deyince, Peygamber efendimiz; "Diğer peygamberler ümmetlerinin tamamı için ne kadar övünüyorlarsa, ben de, Cüneyd ile o kadar övünürüm." buyurdular.
Zengin bir kimse vardı. Cüneyd-i Bağdadi'nin huzuruna gelip tövbe etti ve talebeliğe kabulünü istedi. Malını da fakirlere dağıttı. Bin altını kaldı. Cüneyd-i Bağdadi; "Bu bin altını da Dicle nehrine at." buyurdu. O kimse, Dicle kenarına gidip altınları birer birer nehre attı. Geri döndüğünde Cüneyd-i Bağdadi kendisine heybetle bakıp; "Niçin hepsini birden atmadın da birer birer sayarak attın? Demek hala, gönlünde onlara muhabbet var." buyurdu ve bir müddet kendisini sohbetlere kabul etmedi. Sonunda o kimse buna da tövbe edip, nihayet talebeliğe kabul edildi.
Büyüklerden bir zat, Cüneyd-i Bağdadi'nin yanına gelmişti. Şeytanın, onun yanından hızla kaçtığını gördü. O kimse Cüneyd-i Bağdâdî'nin yanına yaklaşınca, yüz hâllerinden, onun çok öfkelenmiş olduğunu anlayıp, sordu: "Ey Cüneyd! Biz biliyoruz ki, insan öfkelenince şeytan ona yaklaşır. Fakat görüyorum ki, bu kadar fazla öfkelenmiş olduğunuz halde, şeytan sizden kaçıyor. Bunun hikmeti nedir?" Cüneyd-i Bağdâdî cevâbında; "Sen bilmez misin ki, biz kendi nefsimiz için kızmayız. Başkaları, nefsleri için kızarlar. Bunun için de şeytan kendilerine musallat olur. Bizim kızmamız, hep Allah için oduğundan, şeytan bizden kızdığımız zaman kaçtığı gibi başka hiç bir zaman kaçmaz." buyurdu.
Cüneyd-i Bağdadi'yi tanıyan ve sevenlerden Ebû Amr, bir gün bir ihtiyaç için çarşıya gitmişti. Bir cenaze gördü. "Cenaze namazına katılayım." dedi. Yolda giderken bir kadın görüp ona baktı. Bu yaptığının uygun olmadığını hatırlayıp derhal tövbe etti. Eve geldiğinde yüzünün niçin karardığını sordular. Aynaya baktığında hakikaten yaptığı o uygunsuz iş sebebiyle yüzünün karardığını anladı. Kırk gün, devamlı olarak bu günahına tövbe ve istiğfâr etti. Cüneyd-i Bağdâdî'yi ziyâret etmek hatırına geldi. Bağdat'a gitti. Cüneyd-i Bağdâdî'nin hanesine varıp kapısını çaldığında, içeriden ona; "Gel bakalım ey Eba Amr! Sen Ruhbe'de günah işle, biz de Bağdat'ta bu günaha istiğfar edelim." buyurdu.
Birisi, Cüneyd-i Bağdâdî'ye; "Gözümü yabancı kadınlara bakmaktan nasıl koruyabilirim?" diye sordu. Cüneyd-i Bağdâdî; "Yabancı kadını gördüğün zaman, Allahü teâlânın seni, senin o kadını görmenden daha iyi gördüğünü hatırla." buyurdu.