İLK ŞEHİTLERİMİZ

Değerli kardeşlerim, İslamiyetin ilk şehitleri amr ailesi;

Yâsir, Mekke'ye Yemen'den gelmişti. Burada, Mahzumoğullarından Ebû Huzeyfe bin Muğire'nin himayesine girmişti. Sonradan Ebû Huzeyfe, onu cariyesi Sümeyye ile evlendirmişti. Bu evlilikten iki erkek çocuğu dünyaya geldi: Ammar ve Abdullah.

Bütün ferdeleriyle saadet dairesine giren bu aileye başta Mahzumoğulları olmak üzere, bütün müşrikler çekilmez işkenceler, dayanılmaz eziyetlerle göz açtırmıyorlardı.

Mahzumoğulları, iman ve İslâm'dan vazgeçsinler diye, güneşin her tarafı sıcaklığıyla kavurduğu bir sırada, âdeta Cehennem ateşi kesilen taşlıkta onlara işkence ediyorlardı.

Yine bir gün Yâsir ailesi işkence altında zalim müşrikler tarafından inletilirken, Resul-i Ekrem Efendimiz üzerlerine çıkageldi. Yürekler parçalayıcı bu durum karşısında,

"Sabredin, ey Yâsir ailesi! Sabredin, ey Yâsir ailesi! Sabredin, ey Yâsir ailesi! Sizin mükâfatınız Cennettir; sabredin, ey Yâsir ailesi!"

Diyerek sabır tavsiyesinde bulundu.

İşkence altında kıvranan Yâsir,

"Ya Resûlallah, bu iş daha ne zamana kadar böyle sürüp gidecek?" dedi. Resul-i Kibriya Efendimiz, bu suale,

"Allah’ım Yasir ailesinden Rahmet ve Mağfiretini esirgeme." duasıyla karşılık verdi.

Bu hâdiseden bir müddet sonra Hazret-i Yâsir, dayanılmaz işkenceler altında izzetiyle ruhunu Rabbine teslim etti. Böylece Müslüman erkeklerden "ilk şehit şerefi kendisinin oldu.

Oldukça yaşlanmış, zaîf ve nahif bir kadın olan Yâsir'in ailesi Sümeyye de işkence etsin diye Ebû Cehil'e havale edilmişti.

Ebu Cehil, işkenceden işkenceye uğrattığı bu yaşlı, zaîf ve kimsesiz kadına küstahça ve adice, "Sen güzelliğine âşık olduğun için, Muhammed'e iman ettin!" diyordu. Bu adice ithama, iman abidesi kesilmiş Hazret-i Sümeyye, bir müşrike söylenebilecek en ağır laflarla mukabele edince, Ebû Cehil hiddete geldi ve elindeki mızrağı saplayarak, şehit etti. Hazret-î Sümeyye de böylece, kadınlardan ilk şehit edilen kişi oldu.

Ammar'ın Başına Gelenler

Ammar'ın çektikleri de yürekler parçalayıcı idi: Demir bir gömlek giydiriliyor, güneşin yeryüzünü bütün sıcaklığıyla kavurduğu sırada dışarı çıkartılıyor ve demir gömlek içinde ilikleri eritiliyordu.

Bu işkencelerden bir an olsun kurtulan Ammar, soluğu Nebi yy-i Ekmemin yanında alıyor ve kendisinden bir teselli bekliyordu.

"Azabın her türlüsünü tattık, ya Resûlallah." diyerek hâlini arz ediyordu. Resul-i Ekrem, yine sabır tavsiye ediyor ve şöyle dua ediyordu:

"Allah'ım, Ammar ailesinden hiçbir kimseye Cehennem azabını tattırma."

Hz. Ammar'a reva görülen işkence çeşitlerinden biri de ateşle dağlanması idi. Yine bir gün böyle bir işkence altında kıvranırken Peygamber Efendimiz rasgeldi. Mübarek elleriyle Ammar'ın başını sığayarak ateşe,

"Ey ateş, İbrahim'e (a.s.) serin ve selâmet olduğun gibi, Ammar'a da öyle ol!.."

diye dua etti. Sonra da Ammar'a şu haberi verdi:

"Ey Ammâr! Sen (bu işkencelerle) ölmeyecek, uzun bir müddet yaşayacaksın. Senin ölümün azgın bir topluluğun eliyle olacaktır."

Gerçekten de, Cenabı Hak, Hz. Ammar'a uzun ömürler ihsan ederek, Sevgili Habibinin haberini doğrulamıştır. Hz. Ammar daha sonra Sıffin Harbinde şehit edildi. Yine bir gün, Ammar, uğradığı işkenceden dolayı ağlıyordu. Bu hâliyle onu gören şefkat timsali Peygamber Efendimiz, mübarek elleriyle gözyaşlarını sildi. Sonra da,

"Seni kâfirler tuttu da suya mı bastı? Onlar, seni bir daha tutar da sana şöyle şöyle derler ve işkencelerine devam ederlerse, sen de onlara istediklerini söyle ve kurtul."

dedi. Bu, hayatını zalim müşriklerin elinden kurtarmak için Ammar'a bir müsâade idi!

Bu müsaadenin verilişinden bir müddet sonra, Ammar yine müşrikler tarafından yakalandı ve işkenceden işkenceye uğratıldı. İşkence edilirken de kendisine şu teklif yapılıyordu:

"Muhammed'e küfretmedikçe, Lât ve Uzzâ'ya tapmanın da onun dininden hayırlı olduğunu söylemedikçe sana işkence etmekten asla vazgeçmeyeceğiz!"

Zavallı Ammar'ın dilinden, çaresiz olarak müşriklerin söyledikleri döküldü. Muratlarına eren gaddarlar Ammar'ı serbest bıraktılar. İşkence ve azab yükü altında ezilmekten kurtulan Ammar doğruca Resûl-i Ekremin huzuruna vardı. Efendimiz, kendisine,

"Kurtulduğun yüzünden belli" deyince, cevabı şu oldu:

"Hayır, vallahi kurtulmadım!"

Peygamber Efendimiz,

"Niçin?" diye sorunca da Ammar,

"Ben, senden vazgeçirildim. Lât ve Uzzâ'nın da senin dininden hayırlı olduğunu bana söylettirdiler." karşılığını verdi.

Ammar üzgündü, Ammar şaşkındı. Dünya, başına yıkılacakmış gibi heyecan ve korku içinde Resul-i ekrem huzurunda dikilmiş duruyordu. Müşriklerin işkence ve eziyetlerinden kurtulmuştu, ama şimdi başka bir tehlike ile karşı karşıya gelmişti!

Resul-i Ekrem,

"Müşriklerin dediklerini söylerken, kalbini nasıl buldun?"diye sordu.

Ammar'ın kalbinden kopup gelen cevabı şu oldu:

"Kalbimi iman ferahlığı ve rahatlığında, dinime bağlılığımı da demirden daha sağlam buldum."

Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz,

"Sana vebal yok, ey Ammar! Eğer, onlar seni yine yakalar, bunu sana tekrarlatmak isterlerse, sen de söylediklerini tekrarlayıp kurtul."

diyerek Ammar'ın hem gönlünü, hem yüzünü ferah ve sürura gar ketti. Bu hâdise üzerine, yüce Allah şu mealdeki ayetini inzal buyurdu:

"Kalbi imanla dolu olduğu halde inkâra zorlananlar müstesna, kim iman ettikten sonra tekrar kâfir olur ve gönül rızasıyla küfrü kabul ederse, öylelerinin üzerine Allah'tan bir gazap vardır. Onların hakkı pek büyük bir azaptır."

Şu hâlde kalbi iman ile karar bulmuş bir mümine burada bir ruhsat tanınmaktadır: Düşman tarafından canı veya herhangi bir azası yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu zaman, yalnız diliyle küfür kelimesini söylemesi caizdir. Ancak bunun, kalbin iman ile mutmain olması şartıyla bir ruhsat olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. Bunun yanında, hakkı söylemek ve dinin izzetini korumak için şehit olmayı göze alıp, küfür kelimesinin lisanla dahi olsa, söylenmemesi azimettir. Bu hususta ruhsat ile değil de azimet ile amel etmek ise, daha faziletli bir hareket sayılmıştır.