Kardeşlik ve Tefekkür Zamanı

İmanın meyvesi merhamettir. Merhamet, mü’minin fârik vasfıdır, çünkü bu aynı zamanda Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin temel hususiyetidir. Mü’minin göğsünde bir şelale çağıldar. Bu şelale felaketin yaralarını sarana kadar bölgeye akacak. Yardım faaliyetleri uzun bir müddet daha devam edecek. Her geçen gün yardımın nevi de türü de değişecek. Güvenlik, barınma gibi temel ihtiyaçlar yerini muhabbet, merhamet, birlikte olmak, beraber ağlamak, birlikte vakit geçirmek, gönül almak, gönül vermek gibi sosyal ve manevi ihtiyaçlara bırakacak.

Önümüzde Ramazan var, kurban var. Bu iki infak ve merhamet zamanının ana gündemi deprem bölgesi olacak. İftar çadırları kurmalı, gürül gürül ezanların okunduğu, namazların ve teravihlerin kılındığı geniş alanlar oluşturmalıyız. Sadece gönülleri ihya için gidip gelen ekiplerimiz olmalı. Hepimiz Ramazanımızdan üç beş günü deprem bölgesindeki kardeşlerimizle geçirmek üzere niyet edelim. Gidelim, kimseye yük olmadan, bir iftar çadırında kardeşlerimizin acısına ortak olalım.

Rastladığımız keder dolu gözlere yüreğimizdeki merhameti ve muhabbeti nazarımızla boca edelim. Kardeşim diye sarılalım, rahmet üzerimize insin, birlikte gözyaşı dökelim. Sadrımızdaki muhabbet ile daralmış sadırları gül bahçesine çevirelim. Bizler Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin ümmetiyiz. Bizim Peygamberimiz sadrına inşirah verilen, belini büken yük üzerinden alınmış peygamberdir. Uğradığımız her gönül “sadrını açıp genişletmedik mi, belini büken yükü üzerinden almadık mı” ayetlerinin bereketini hissetsin. Dokunduğumuz her gönül nebevî inşirahla genişlesin.

Kulluğun üzerimize terettüp eden ikinci güncel vazifesi tefekkürdür. İlâhî bir ikaz var. O ikâzı evvela nefsimizde işitmemiz gerekir. Bizler onların yerinde olabilirdik. Bu felaket acaba bizim yüzümüzden mi geldi sorusunu herkes kendisine sormalıdır. Musa aleyhisselâm yanındaki yetmiş kişi ile depreme yakalandığında şöyle yalvarmıştı: “Ey rabbim! Dileseydin onları ve beni daha önce helâk ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir; onunla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim velîmizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin.” (Araf, 155)

Felaketin hikmet sebebi ne olursa olsun neticede iş aynı yere çıkıyor. Rabbimiz bizden takva istiyor. Takva ihsan kıvamındaki kulluktur. Biz O'nu göremesek de O bizi görüyor. Yaptığımız işte görüyor, attığımız temelde görüyor, kullandığımız malzemede görüyor, verdiğimiz ruhsatta görüyor, aldığımızda, sattığımızda, yaptığımızda, eylediğimizde, her ne işlersek o işte görüyor. Kulluğumuzu gözden geçirmeye, takva yolculuğumuzu ciddiye almaya ve bu yolculuktaki gayretimiz ile Rabbimizi razı etmeye ihtiyacımız var.

“YAPTIĞINIZ İŞİ GÜZEL YAPIN; ALLAH GÜZELDİR, GÜZELİ SEVER”

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz sevgili mahdumlarını defnettikleri kabrin bir tarafının düzeltilmesini istemişlerdi de etrafındakiler “bu acı içinde bununla mı meşguliyet” diye şaşırmışlardı. O da "Yaptığınız işi güzel yapın; Allah güzeldir, güzeli sever" buyurmuşlardı. Bugüne kadar yaptığımız işleri güzel yapamadıysak bundan sonra yapacaklarımızı güzel yapmanın fırsatı önümüze gelmiştir. Acı ile de olsa bu böyledir. Bir musibet bin nasihatten yeğdir.

Zaman artık yaptığımızı güzel yapma, kardeşlerimize güzel yardım etme zamanıdır. Güzel yardım, tefekkürle bezenmiş yardımdır. Esas yardım, bizi takva ile yaşanan bir hayata muvaffak kılacak yardımdır. Hayat geliyor, geçiyor ve aniden, çok zaman da ummadığımız bir şekilde nihayete eriyor. Esas hazırlık, hiç bitmeyecek bir hayata olmalıdır. Yardım, o hayatı mutlu yaşamaya götürecek yardımdır. Kardeşlerimiz esas, erişene de eriştirene de şifa ve rahmet olacak o yardımı bekliyor.

NEBÎ DUALARI İLE İLTİCA EDİN

Tarihte adaleti ve yönetimi ile beşinci halife diye anılan Ömer b. Abdülaziz (ö. 101/719) Şam’da meydana gelen depremden sonra bütün valilerine gönderdiği mektupta şu ifadeleri kullanmıştı: “Bu sarsıntı Allah’ın kullarını cezalandırdığı bir şeydir. Bütün şehirlere mektup gönderdim ve şöyle dedim: Şu ayın şu günü şu saat çıkınız; isteyen tasaddukta bulunsun.” Zira Allah Teâlâ;  قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰى وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّهٖ فَصَلّٰى   “Temizlenen, Rabbinin adını anıp O’na kulluk eden kimse kuşkusuz kurtuluşa ermiştir.” (A’lâ, 14-15) buyurmuştur. Ve babanız Âdem aleyhisselâm’ın dediği gibi deyiniz:

 رَبَّـنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرٖينَ “Rabbimiz biz kendimize zulmettik. Eğer sen bize mağfiret ve merhamet etmezsen mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A’râf, 23) Ve Nûh aleyhisselâm’ın dediği gibi deyiniz: وَاِلَّا تَغْفِرْ لٖي وَتَرْحَمْنٖٓي اَكُنْ مِنَ الْخَاسِرٖينَ “Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen ben ziyan edenlerden olurum.” (Hûd, 47) Ve Mûsâ aleyhisselâmın dediği gibi deyiniz: رَبِّ اِنّٖي ظَلَمْتُ نَفْسٖي فَاغْفِرْ لٖي “Rabbim, doğrusu ben kendime zulmettim, beni bağışla.” (Kasas, 16) Ve Zü’n-Nûn (Yûnus) aleyhisselâmın (balığın karnında) dediği gibi deyiniz: لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنّٖي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمٖينَ  “Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni bütün noksanlıklardan tenzîh ederim. Gerçekten ben zâlimlerden oldum.” (Enbiyâ, 87)