Kardeşlik ve Tefekkür Zamanı
- 04-03-2023 10:08
- 04-08-2023 22:19
- 7
Şehirde neredeyse sağlam bina kalmadı ama bunların hepsi şu anda konuşuyor; ne mi diyorlar? Bakın, görün, sonunuz ne olacak diye ikaz ediyorlar. Şehir şu an vaaz ediyor, şehir her köşesiyle sohbet olmuş, anlayana akıbeti anlatıyor.
6 Şubat’ta Kahramanmaraş merkezli meydana gelen depremlerde otuzdan fazla yakınını, evini, neredeyse her şeyini kaybetmiş bir kardeşimiz yıkılmış binaları gösterip şöyle söyledi: “Şehirde neredeyse sağlam bina kalmadı ama bunların hepsi şu anda konuşuyor; ne mi diyorlar? Bakın, görün, sonunuz ne olacak diye ikaz ediyorlar. Şehir şu an vaaz ediyor, şehir her köşesiyle sohbet olmuş, anlayana akıbeti anlatıyor.”
“İŞTE O GÜN İNSAN ‘KAÇACAK YER VAR MI?’ DİYECEKTİR”
6 Şubat bir tür kıyamet provasıydı. Altlarındaki yerin hareketini görüp dehşete kapılanlar sanki: “Ve dağlar (yerlerinden oynatan) bir yürüyüşle yürür” (Tur, 10) ayetini yaşadılar. 90 küsur saniye boyunca içeride kendisinin, salonda eşinin sürekli kelime-i şehadet getirişini hatırlayan bir depremzede dostumuz o anda insanın kendisinden başka bir şey düşünemediğini hayıflanarak anlatırken: “İşte o gün insan ‘Kaçacak yer var mı?’ diyecektir.” (Kıyamet, 10) ayetinde ifade edilen sahneye işaret ediyordu.
Ne olduysa O'nun iradesi ile oldu, milletimizin başı sağ olsun. O’nun müsaadesi olmadan kuru bir yaprağın düşmeyeceğine inanan bizler milyonları ilgilendiren böyle büyük bir felaketi sadece maddi sebeplere bağlayamayız. Gelen O’ndan gelmiştir, alanı O almıştır.
“BİZİM BAŞIMIZA ANCAK, ALLAH’IN BİZİM İÇİN YAZDIĞI ŞEYLER GELİR”
Depremde 25 kişilik ailesinin 17 ferdini kaybeden bir dostumuz: “İman ne büyük bir teselli kaynağıymış, yoksa dayanılacak acı değil” derken bunu kastediyor ve şu ayeti hatırlatıyordu: “De ki: ‘Bizim başımıza ancak, Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O, bizim yardımcımızdır. Öyleyse mü’minler, yalnız Allah’a güvensinler.’” (Tevbe, 51)
Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem zamanında Medine’de zelzele olmuş, Allah Rasûlü o esnada elini yere koyarak: “Sakin ol! Daha vakti gelmedi!” demiş ve sonra ashabına dönerek şöyle buyurmuştu: “Rabbiniz sizden kendisini razı etmenizi istiyor. O’nu hoşnut ediniz!” Rabbimizi hoşnut etmek takva iledir. Takva, O’nun istediği şekilde yaşamaktır. Takva, Allah’a karşı duyduğu sorumluluk bilincini hayatın merkezine koymaktır. Takva, nimete şükrederek, musibete sabrederek hep kazanan mü’minin şahsiyet markasıdır.
Yaşadığımız hadisede kim bilir ne tecelliler var. Tıpkı Hz. Musa ile Hz. Hızır aleyhisselam kıssası gibi... Orada üç hadise yaşandı. Hızır aleyhisselam masum bir çocuğu öldürdü, sahipleri varlıklı olmayan bir gemiyi deldi ve ücretsiz bir duvar inşa etti. Kelîmullah sıfatı ile bilinen bir peygamber bu hadiselerdeki sırları anlayamadı. Kendi getirdiği şeriata aykırı bu uygulamalara itiraz etti. Ama sonra anladı ki bilemediği bambaşka hikmetler vardır. Kimisi sonra anlaşılır, kimisi ahirete kalır, kimisi de sadece O'nda mahfuzdur.
Depremde nice canlar gitti. Kimisi elinde tesbihi ile zikir halindeydi, kimisi sahur hazırlığı için mutfağındaydı. Kim bilir, kimler başka ne hallerdeydi? Vefat edenler arasında hayatını insanları Allah'a, Allah'ı insanlara sevdirmekle geçirmiş sâlihler vardı. Masum yavrular vardı. Saçı sakalı beyazlamış ihtiyarlar vardı. Kim, niye gitti? Bunu bilmeye ne mecalimiz yeter ne de kapasitemiz… Şu günahı için gitti, bu ameli için cezalandırıldı gibi hükümler vermek kimsenin haddi değildir. Hüküm Rabbimize bırakılmalı, kul kulluğunun gereğini yapmalıdır.
KULUN 2 VAZİFESİ
Bugün kulluğun gereği iki vazife öne çıkmıştır. İlk vazife kardeşliktir. Depremde göçük altında vefat eden kardeşlerimiz için rahmet dileyelim, dua edelim. Göçük altından sağ çıkan ve kardeşliğimizden başka sermayesi kalmayanlara maddi ve manevi imkânlarımızı seferber edelim. Necip milletimiz zaten ilk günden bu yana bu konuda seferber oldu. Yardımlar yağmur gibi yağdı, yağıyor. Gönüllüler canhıraş ve fedakârca hizmet etti, ediyor. Allah için gidilen matemlerin civarında ne güzellikler, ne bereketler yaşandı, yaşanıyor. Herkes Allah’ın kulu; yardım eden de yardım edilen de ikaz ve ibretle sanki yeniden can buldu, buluyor.
Yıkımın en çok olduğu bölgelerden birisinde sıcak yemek dağıtılması dâhil depremzedelerin her türlü ihtiyacı ile ilgilenen bir dostumuzu ziyaret ettik. Ne kadar zamandır orada bulunduğunu sorduk, şöyle cevap verdi: "İlk iki gün buradaydım, acı sahnelere şahit oldum, elimden geldiğince yardımcı oldum, sonra memleketime döndüm. Evime geldiğimde oradan ayrılamadığımı fark ettim. Hanımıma baktım, hanımını kaybedenler geldi aklıma. Çocuğuma baktım, çocuğunu kaybedenleri hatırladım. Önüme yemek koydular, yemek yiyemeyenler lokmamı kursağımda bıraktı. Sofradan kalktım, ‘ben geri dönüyorum, siz başınızın çaresine bakarsınız’ dedim. O günden bu yana da buradayım.”
İmanın meyvesi merhamettir. Merhamet, mü’minin fârik vasfıdır, çünkü bu aynı zamanda Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin temel hususiyetidir. Mü’minin göğsünde bir şelale çağıldar. Bu şelale felaketin yaralarını sarana kadar bölgeye akacak. Yardım faaliyetleri uzun bir müddet daha devam edecek. Her geçen gün yardımın nevi de türü de değişecek. Güvenlik, barınma gibi temel ihtiyaçlar yerini muhabbet, merhamet, birlikte olmak, beraber ağlamak, birlikte vakit geçirmek, gönül almak, gönül vermek gibi sosyal ve manevi ihtiyaçlara bırakacak.