Bizleri en güzel şekilde yaratan, iman ve İslam ile müşerref kılan, imtihan vesilesi olan musibetlere karşı bizlere sabır nimetini bahşeden rabbimize sonsuz hamd ve senalar olsun. Hayatın her safhasında olduğu gibi musibetlere karşı sabır konusunda da bizlere Üsve-i Hasene olan Peygamber efendimize, âline ve ashabına salât ve selâm olsun.
Sabır ve teslimiyet, şefkat ve merhamet timsali olan Efendimiz, başımıza gelen musibetler karşısında sabretmeyi ve sabrın mükâfatını Allah’tan istemeyi bizlere öğütlemiştir. Nitekim Peygamber Efendimizin kızı Zeyneb, Hasta olan oğlunun ölmek üzere olduğunu hissedince babasına haber göndererek gelmesini istemişti. Peygamberimiz, kızına selâmla beraber şu mesajı göndermişti: “Alan da veren de Allah’tır. Her şeyin O’nun katında belirli bir süresi vardır. Sabretsin ve sabrının ecrini Allah’tan beklesin.” Akabinde kızı tekrar haber yollayıp bu sefer mutlaka gelmesini isteyince Resûlullah yanındakilerle beraber kızının evine gitmişti. Kucağına aldığı çocuk can çekişiyordu. Resûlullah’ın gözleri yaşarmıştı. Sa’d b. Ubâde, “Bu nedir yâ Resûlallah?” diye sorunca, Peygamber Efendimiz, “Bu, Allah’ın, dilediği kullarının kalbine koyduğu merhamettir. Allah, ancak merhametli kullarına rahmet eder.” buyurdu. (Buhârî, Eymân ve Nüzûr, 9).
Sevilen birinin ölümü, hastalık, kıtlık, sel, yangın ve deprem gibi genellikle insanın kendi iradesi dışında karşılaştığı durumlar olarak ifade edebileceğimiz musibetten dolayı üzüntü duymanın, gözyaşı dökmenin günah olmadığını hadis-i şeriflerden anlayabiliyoruz. Ancak feryat ve figan etmek, dövünmek, üstünü başını yırtmak, sürekli halinden şikâyet etmek ve isyan etmek gibi taşkınlıklardan sakınıp metanetli olmak gerekir. Zira Rahmet Elçisi, oğlunun vefatına ağlamasına şaşıranlara şu cevabı vermişti: “Bu, merhamettendir; göz ağlar, kalp hüzünlenir. Ancak bizim ağzımızdan Rabbimizin razı olmayacağı hiçbir söz çıkmaz.” (Buhârî, Cenâiz, 43) Başa gelen musibet imtihanında başarılı olmanın en önemli kıstası, musibetle ilk karşılaşma anında sabr-ı cemil gösterebilmektir. Peygamber efendimiz bir gün sahâbîlerle birlikte mezarlığın yanından geçerken, çocuğunun kabri başında feryat ederek ağlayan bir kadına rastladı. Hz. Peygamber (s.a.v) ona, “Allah’tan sakın ve sabret!” dedi. Kederinden onun Peygamber olduğunu fark edemeyen kadın, “Bana ilişme! Benim başıma gelen senin başına gelmedi (de ondan böyle rahat konuşuyorsun)!” deyiverdi. Bir müddet sonra oradakilerden biri kadına, onun Allah’ın Resûlü olduğunu söyledi. Kederli anne özür dilemek üzere Hz. Peygamber’in kapısına geldi. Yaptığına pişman olan kadın, “(Kusurumu bağışla) Allah’ın Elçisi olduğunu bilemedim.” diyerek mazeret beyan etti. Bunun üzerine Resûlullah (sav) ona şu karşılığı verdi: “Esas sabır, musibetin ilk başa geldiği anda gösterilmelidir.”(Buhârî, Cenâiz, 31)
Müslümanın musibetler karşısında gösterdiği sabır, onun günahlarına kefaret olup bağışlanmasına ve sabrının mükâfatı olarak cennetine vesile olur. Nitekim Atâ bin Ebî Rebâh’dan rivayet edilmiştir ki: Abdullah bin Abbâs (r.a.) kendisine: “Sana cennetlik bir kadın göstereyim mi?” dedi. Ben de: “Evet, göster” dedim. İbn Abbâs şöyle dedi: “Şu (iri yarı) siyah kadın var ya! İşte bu kadın (bir gün) Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve dedi: Ben sara hastasıyım ve beni sara nöbeti tuttuğunda üstüm başım açılıyor. İyileşmem için Allah’a dua ediniz, dedi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: “Eğer sabredeyim dersen, sana cennet vardır. Ama yine de sen istersen, sana şifa vermesi için Allah’a dua ederim” buyurdu. Bunun üzerine kadın: Ben (hastalığıma) sabrederim. Ancak sara tuttuğu zaman üstümün başımın açılmaması için dua buyurunuz, dedi. Resûlullah da ona öyle dua etti. (Müslim, Birr, 54) Yine bu doğrultuda bir başka hadis-i şerif de Ebu Sinân (r.a.)’dan rivayet edilmiştir. Ebu Sinân (r.a.) anlatıyor: "Oğlum Sinan'ı defnettiğimde kabrin kenarında Ebu Talha el-Havlânî oturuyordu. Defin işinden çıkınca bana: "Sana müjde vermeyeyim mi?" dedi. Ben: "Tabiî, söyle!" dedim. "Ebu Musa el-Eş'arî (r.a.) bana anlattı" diye söze başlayıp Resûlullah'ın şu sözlerini nakletti: "Bir kulun çocuğu ölürse, Allah meleklere şöyle söyler: "Kulumun çocuğunu kabzettiniz mi?""Evet" derler. "Yani kalbinin meyvesini elinden mi aldınız?" Melekler yine: "Evet" derler. Allah tekrar sorar: "Kulum (bu esnada) ne dedi?" Melekler: "Sana hamd etti ve istircâda bulundu" (yani Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz dedi) Bunun üzerine Allah Teâlâ hazretleri şöyle emreder: "Öyleyse, kulum için cennette bir köşk inşa edin ve bunu Beytu'l-hamd (hamd evi) diye isimlendirin."(Tirmizî, Cenâiz: 36,)
Cenabı Allah, hangimizin daha iyi amel edeceği ve kulluk vazifesini yerine getireceği konusunda bizi imtihan etmek suretiyle çeşitli musibetlerle karşılaşmamızı murad eder. Bu imtihanımız mal konusunda veya can konusunda yani evlat ve yakınlarımızın ölümü konusunda olabilir. Ancak unutmamak gerekir ki bu bir sınavdır ve başarılı olanlara müjdeler vardır. Bakınız bu hakikati Rabbimiz, Bakara suresinde şöyle bildiriyor: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele! Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz” derler. İşte rablerinin lütufları ve rahmeti bunlar içindir ve işte doğru yola ulaşmış olanlar da bunlardır.”(Bakara 155-157) Yine bu doğrultuda Hz. Peygamber, inananlara şu tavsiyede bulunmuştur: “Birinizin başına bir musibet/acı bir şey geldiği zaman, "Biz Allah’a aidiz ve biz O’na döneceğiz. Allah’ım! Başıma gelen musibetin/acının mükâfatını senden bekliyorum, bundan dolayı bana ecir ihsan et, benim için onu daha hayırlısıyla değiştir." desin.”(Ebû Dâvûd, Cenâiz, 17-18) Ümmü Seleme validemizin Hz. Peygamber’den naklettiği şu sözler Rabbine sığınan kulun mükâfatını izah etmektedir: “Birinizin başına bir musibet/acı bir şey geldiği zaman, "Biz Allah’a aidiz ve biz O’na döneceğiz. Allah’ım! Başıma gelen musibetin/acının mükâfatını senden bekliyorum, bundan dolayı bana ecir ihsan et, benim için onu daha hayırlısıyla değiştir." diye dua ederse Allah mutlaka onun bu talebini yerine getirir.” Ümmü Seleme sözlerine şöyle devam etmiştir: “Ebû Seleme vefat edince ben de böyle dua ettim. Sonra da, kendi kendime, "Ebû Seleme’den daha hayırlısı kim olabilir ki?" dedim. Hâlbuki Allah ondan sonra Resûlullah (sav) ile evlenmemi nasip etti.” (Muvatta’, Cenâiz, 14.)
Hadis-i şeriflere bakıldığı zaman üç çeşit sabır olduğunu görmekteyiz. Birincisi Allah’a kulluk etmede yani taat ve ibadetlerde yapılan sabır, ikincisi masiyetlere karşı yani günah işlememe konusunda yapılan sabır, üçüncüsü ise musibetlere karşı gösterilen sabırdır. Bu minvalde Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: "Sabır üçtür: Musibetlere karşı sabır, taatte (kullukta) sabır, günah işlememekte sabır. Kim, kaldırılıncaya kadar musibete güzelce sabrederse Allah ona üç yüz derece yazar. Her iki derece arasında sema ile arz arasındaki mesafe kadar yücelik vardır. Kim de taatte sabrederse Allah ona altı yüz derece yazar. Her iki derece arasında arzların başladığı hududla, arzların bittiği son nokta arasındaki mesafe kadar yücelik vardır. Kim de masiyete (günaha) karşı sabrederse Allah ona dokuz yüz derece yazar. İki derece arasında arzların hududu ile Arş'a kadar olan mesafe arasındaki yücelik vardır." Sabrın önemine dair Hz. Ali (r.a.) de şöyle demiştir: Sabrın insandaki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir. Baş kesildiği zaman vücuttaki organlar kurur. Sabrı olmayanın imanı da yoktur. ( Abdürrezzâk, Musannef, 11, 469)
Musibetler karşısında müminin sabrı ve inancı daha da güçlenmelidir. İnancı, teslimiyeti ve tevekkül anlayışıyla mümin, yaşadığı musibetlerden hem maddeten hem de mânen güçlenerek çıkmayı başarmalıdır. Çünkü mümin, hem nimetlere şükretmesini, hem de musibetlere sabretmesini bilen insandır. Onun halis niyetle ve Allah’ın rızası doğrultusunda yaptığı her işi hayırdır. (Hadislerle İslam 5, 11) Nitekim Sevgili Peygamberimiz veciz üslûbuyla bunu şu şekilde ifade eder: “Müminin hâli ne hoştur! Her hâli kendisi için hayırlıdır ve bu durum yalnız mümine mahsustur. Başına sevinecek bir hâl geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı geldiğinde ona da sabreder; bu da onun için hayır olur.”(Müslim, Zühd, 64.)
Son olarak diyebiliriz ki; Musibetlere karşı yaptığımız sabır günahlarımızın kefaretine, Allah katındaki derecemizin yükselişine ve rabbimizden bir mükâfat olarak cenneti kazanmamıza vesile olacaktır. Karşılaştığımız her bir durumda namaz ve sabır ile Allah'tan yardım dilemeli ve şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraber olduğunu unutmamalıyız. Onun için bir musibete uğradığımız zaman Rabbimize dönüp de “Benim büyük bir derdim var” dememeli! Aksine derdimize dönüp “Benim büyük bir Rabbim var” demeliyiz!
Selam ve Dua ile…