"Altın, yüz bin altından daha makbuldür" düsturuyla örülü olan yaşam tarzı, sahâbe neslinin örnek alınacak ahlak anlayışını yansıtmaktadır. Bu dönemde aşırı tüketim, oburluk, lüks ve gösteriş gibi israflar, sahâbe toplumunda yer bulmamış; zenginler ağniyâ-i şâkirîn, fakirler ise fukarâ-i sâbirîn olarak adlandırılmışlardır.
Tebük Gazvesi'nde başlayan infak seferberliği, sahâbîlerin fedakârlık ruhunu ortaya koymuştu. Örnek olarak, Ebû Akîl (r.a.) isimli bir sahâbî, gece boyunca çalışarak kazandığı iki ölçek hurmayı, bir ölçeğini ailesine, diğer ölçeğini ise Tebük Seferi'ne katılan askerlere infâk etmişti. Rasûlullah (s.a.v.), bu davranışı övgüyle karşılayarak Allah'tan bereket dilemişti.
Bir dirhemlik bir tasaddukun yüz bin dirhemden daha kıymetli olduğunu vurgulayan Rasûlullah (s.a.v.), infakın miktarından ziyade gönüldeki fedâkârlık duygusunun önemine dikkat çekmişti. Bu bağlamda, bir kişinin kendi ihtiyaçlarının yarısını tasadduk etmesinin, çok daha zengin biri tarafından yapılan büyük bir infaktan daha kıymetli olduğunu belirtmişti.
Hazret-i Osman (r.a.), maddi varlıklarını infak eden zenginlere karşı yapılan bir eleştiriyi şu şekilde karşılamıştı: "Zorluk çekerek infâk ettiği bir dirhem, çok malın bir kısmından infâk edilen on bin dirhemden daha hayırlıdır." Bu ifade, infakın sadece maddi büyüklükten değil, gönüldeki samimiyet ve fedâkârlık duygusundan kaynaklanan bir makbûliyet içerdiğini vurgulamaktadır.
Şeyh Sâdî'nin ifadesiyle, Hak Teâlâ, herkesin kendi kudretine göre iyilik yapabileceği bir kapı açmıştır. Ancak yapılan iyiliğin büyüklüğü, gösterilen fedâkârlığın seviyesiyle orantılıdır. Bu bağlamda, sahâbe nesli, Allah Rasûlü'nün ahlâkını benimseyerek merhamet ve zühd konusunda zirveye ulaşmıştır. Onlar, riyâzât içinde yaşayarak aşırı tüketim ve israflardan uzak durmuşlardır. Zenginleri şükredenler, fakirleri ise sabredenler olarak tanımlamışlardır. Peygamber Efendimiz'in hayatındaki çeşitli dönemler, bu ideali en güzel şekilde yansıtmıştır.