"Ben Allah ve Rasûlʼünü seviyorum.” demek sevmek için yeterli mi? Sevginin varlığını sorgulamak için kendimize sormamız gereken sorular...

Sevmek, fekadar bir gönül ister. “Ben Allah ve Rasûlʼünü seviyorum.” demekle iş bitmiyor. Seviyorsak, merhametimiz ne kadar, şefkatimiz ne kadar, ahlâkımız hangi seviyede? Efendimizʼin husûsiyetlerinden bizde ne kadar var? Hodgâmlıktan/bencillikten kurtulabiliyor muyuz? Ümmetin dertleriyle dertlenen, diğergâm bir rûha sahip miyiz? Sevgimiz, hâl ve davranışlarımıza aksedebiliyor mu? Yoksa sevgimiz sadece sözde kalan kuru bir iddiadan mı ibâret?!

O’ndan Ayrı Düşmemek İçin...

Büyük hadis âlimi ve müctehid İmam Nevevî Hazretleri; Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e öyle bir hassâsiyetle tâbî olmaya çalışıyordu ki, Allah Rasûlü’nün karpuzu nasıl yediğini bilmediği için, O’nun tarzının ve tercihinin dışında hareket etmiş olmak endişesiyle, ömrü boyunca karpuz yememiştir.

Her Şeyi O’na Ayarlamak...

O Hidâyet Güneşine nurlu bir hilâl olan Hak dostu Hoca Ahmed-i Yesevî Hazretleri; Fahr-i Kâinât Efendimiz 63 yaşında ebediyete irtihâl ettikleri için, bu yaştan sonraki ömründe, yeryüzünde dolaşmaya vedâ etmiş, vefât edinceye kadar on yıl boyunca, mezar gibi bir yerde irşad hayatına devam etmiştir.

Tek Derdi, Ümmeti…

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyuruyor:

“Dikkat edin! Ben hayatımda sizin için bir emniyet vesîlesiyim. Vefât ettiğimde ise kabrimde; «Yâ Rabbi, ümmetim, ümmetim!..» diye ilk Sûr üfleninceye kadar nidâ edeceğim…” (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, c. 14, s. 414)