Allah(c.c.), insanı en güzel biçiminde ve

fıtratında ve tabiatında iyilik olacak şeklinde

yaratmıştır. Insan bu tabiatını güzel ahlaka sahip

olmakla korumaya çalışmaktadır. Kişi iyilik

yönünü unutur ve hatalar yaparsa ahlakı

kötüleşir ve sahibi olduğu iyilik yönünü korumaz

bir duruma düşmektedir.

Dinimiz Islam, insanın iyi fıtratına sahip

çıkıp, hem dünyada hem ahirette mutlu,

huzurlu ve güven içinde olmasını ister. Bunun

için mümin, yaptığı amellerinin, hayır ve hasenatının

değerini bilip ahirette boşa gitmemesi ve

zayi olmaması için sözlerine ve davranışlarına

dikkat etmelidir. Kötü ahlaka ve davranışa sahip

olmaması için gayret sarf etmelidir.

Müslüman, her zaman Allah(c.c.)'ın gözetimi

altında olduğu, dünyada yaptığı iyilik ve

kötülüğü göreceği ve bu karşın ahirette hesaba

çekileceğinin şuurunda olmaktadır. Bu nedenle

ayet ve hadisler bize, dünyada kazandıklarımızın

ahirette heba olmaması için yol gösterip

tavsiyelerde bulunmaktadır. Dünyada ve

ahirette insanı ve özellikle de Müslüman'ı sıkıntıya

sokan ve uzak durması gereken hasletlerden

bazılarını şu şekilde ifade edebiliriz:

1. Gıybet/Dedi-Kodu Etmek

Gıybet etmek, dinimizin yasakladığı, güzel

ahlakı bozan ve ahiret vebali ve kul hakkını

içeren kötü ve günah bir davranıştır. Bundan

dolayı Allah(c.c.) gıybet etmenin kötü bir

davranış olduğu hakkında şöyle buyurmaktadır:

"Ey iman edenler, birbirinizin gıybetini yapmayın,"

(Hucurât, 49/12). Gıybet etmek, kötü

bir haslet olduğu için manevi vebali de çok

büyük olduğu konusunda Allah(c.c.), yukarda

zikrettiğimiz ayetin devamında şöyle buyurmaktadır:

"Sizden birisi, ölmüş olan kardeşinizin

etini yemekten hoşlanır mı? Bak bundan tiksindiniz!

Allah'a itaatsizlikten de sakının. Allah tövbeleri

çokça kabul etmektedir, rahmeti sonsuzdur."(

Hucurât, 49/12). Hz. Âişe(r.a.) bir gün

Hz. Peygamber(s.a.v.)'e : "Ey Allah'ın Resûlü,

şöyle şöyle olan Safiyye sana yeter!" demiştim. -

Bu hadisi rivayet eden bazı raviler, Hz.

Âişe(r.a.), bununla, Hz. Safiyye(r.a.)'nin kısa

boylu oluşunu kastetmişti.- Bunun üzerine

Resûlullah(s.a.v.) : "(Ey Âişe), öyle bir söz

söyledin ki, eğer o söz denizin suyu ile karışsaydı

onu dahi bozardı." Buyurdu (Ebû Dâvûd,

Edeb, 35; Tirmizî, Sıfâtü'l-kıyâme, 51).

Dinimiz Islam'ın uygun görmediği ve

Müslüman bir şahsiyette bulunmaması gerektiğini

ifade ettiği gıybet nedir, nasıl anlamımız

gerekiyor? Gıybetin, ne anlama olduğu konusunda,

Hz. Peygamber(s.a.v.), ashab-ı kirama şöyle

bir soru yöneltti: "Gıybet nedir, bilir misiniz?"

Sahabe-i kiram: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir"

dediler. Hz. Peygamber: "Gıybet, din kardeşini

hoşlanmadığı bir şey ile anmandır" buyurdu.

"Söylenen ayıp eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?"

diye soruldu. "Eğer söylediğin şey onda

varsa gıybet ettin; yoksa, o zaman ona iftira

ettin demektir," buyurdu. (Müslim, Birr 70)

Dünya hayatında insanların gıybetini yapanların

ahirette karşılaşacağı cezanın dehşetli

tablosunu Enes b. Malik(r.a.)'in rivayet ettiği bir

hadis-i şerifte şöyle ifade edilmektedir: Hz.

Peygamber(s.a.v.)'in şöyle buyurdu: Hz.

Peygamber(s.a.v.): "Mirac'a çıkarıldığımda bir

topluluğun yanından geçtim. Bunlar bakırdan

tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı."

Bunun üzerine: "Ya Cebrail, bunlar

kimdir?" dedim. Cebrail: "Bunlar, insanların etini

yiyen (gıybet eden)ler, onların şereflerine ve

onurlarına ilişenlerdir." Dedi. (Ebû Dâvûd,

Edeb, 35)

Allah(c.c.) dil nimetini, kendisini zikretmek,

hak ve hakikati anlatmak, hayır ve iyilik konuşmak

ve nimetlerine karşı şükretmek için vermiştir.

Mümin bir şahsiyete düşen vazife, dil

nimetinin değerini bilip ona göre hareket etmek

ve insanların gıybetini etmemektir. Çünkü

ahirette her nimetten sorulacağız. Dil bir nimettir;

ondan da sorulacağız. Allah(c.c.) bu konuda

şöyle buyurmaktadır: "Nihayet o gün nimetlerden

elbette sorguya çekileceksiniz."(Tekâsür,

102/8) Müslüman, dilinden zarar görülmeyen,

konuştuğunda iyilik üzerine konuşan ve faydasız

olan hususlarda susan ve diline sahip çıkan

örnek bir kişiliğe sahiptir. Nitekim Hz.

Peygamber(s.a.v.), bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Müslüman, Müslümanların, onun elinden

ve dilinden güven içinde olduğu

kimsedir"(Buhârî, Îmân, 5; Müslim, Îmân,

65,66); "Allah'a ve ahiret gününe inanan, ya

hayır söylesin ya ada sussun."( Buhârî, Edeb, 31;

Müslim, Îmân, 74)

2. Sû-i Zân/Kötü Önyargıda Bulunmak

Zan, hakkında kesin bilgi sahibi olmayan bir

hususta ön yargıda ve düşüncede bulunmaktır.

Bu da ikiye ayrılır; Hüsn-ü zan ve sû-i zan.

Hüsn-ü zan: Bir kişi hakkında iyi düşünceye ve

yargıya sahip olmaktır. Örnek olarak; Bizi her

gördüğünde selam veren birisinin, dalgınlıktan

dolayı bize selam vermeyip önümüzden geçmesi

durumunda şöyle bir düşünce ve yargı sahibi

olmak "Demek ki beni görmedi veya bir şeye

dalmış. Su-i zan: Bir kişi hakkında kötü düşünceye

ve yargıya sahip olmaktır. Bizi her

gördüğünde selam veren birisinin, dalgınlıktan

dolayı bize selam vermeyip önümüzden geçmesi

durumunda şöyle bir düşünce ve yargı sahibi

olmak "Gördüğü halde selam vermedi. Bu

arkadaşım değişmiş, Kibirli ve gururlu olmuş"

Dinimiz Islam, sû-i zan etmeyi ve sahibi

olmayı uygun görmemiş ve onun bir günah

olduğunu ifade etmiştir. Müslüman bir kişi bu

kötü hasletten uzak durması gerekiyor.

Allah(c.c.) sû-i zandan uzak durulması gerektiği

hakkında şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler!

Zannın çoğundan sakının; çünkü bazı zanlar

günahtır." (Hucurât, 49/12) Hz.

Peygamber(s.a.v.) sû-i zandan sakınılması gerektiği

hususunda şöyle buyurmaktadır: "(Sû-i)zandan

sakının. Zira zan, sözlerin en yalanıdır."

(Müslim, Birr, 46; Buhârî, Nikâh, 46).

Resulullah(s.a.v.) Tebük'te cemaat içinde otururken:

"Ka'b b. Mâlik ne yaptı?" dedi. Bunu

üzerine Benî Selime'den bir adam: " Ya

Resulullah! Giysilerine ve boyuna, posuna bakıp

gururlanması, onu alıkoydu." Deyince Muâz b.

Cebel(r.a.) ona: "Ne kötü bir söz söyledin."

Dedi. (Sonra Hz. Peygamber'e dönerek)

"Vallahi, ya Resulullah, Ka'b hakkında iyilikten

başka bir şey bilmiyoruz." Dedi.

Resulullah(Muâzb. Cebel'in bu düşüncesini hoş

görerek) sustu.(Buhârî, MegâzÎ, 80; Müslim,

Tevbe, 53)

Müslüman, diğer Müslüman kardeşleri

hakkında iyi niyet (hüsn-ü zan) beslemelidir.

Zira bu dinimizin gereğidir. Ayrıca fitnenin def'i

böyle bir tutumu gerekli kılmaktadır. Birbirimiz

hakkında iyi düşünmeli ve birbirimize müminler

olarak güvenmeliyiz. Imam Gazzalî, sû-i zannı

'kalp ile gıybet' şeklinde tanımlamış; 'bir kimsenin

ayıbını, insanın kendi kendine söylemesini'

bile reddetmiş; kalp ile gıybeti, 'gözü ile kötü bir

şeyi görmeden, kulağı ile duymadan, bir kimseye

sû-i zanda bulunmak' şeklinde tarif etmiştir.

(Gazzalî, Kimyayı Saadet, s.388, Merve

Yayınları, Istanbul)