Süfyan Sevri Hazretleri kimdir? Süfyan Sevri nerede doğmuştur? Süfyan es Sevri hangi Allah dostları ile aynı devri paylaşmıştır? Hadis ilminde “Emiru’l-müminîn” sıfatına hak kazanan Süfyan es Sevri hakkında kısaca bilgiler...
Adı Süfyan bin Saîd, nisbesi es-Sevrî el-Kûfî. Muhaddis, müfessir, fakîh ve zâhid. Hasan Basrî, Mâlik bin Dinâr, Ebû Hâşim Sûfî ve Rabia Adeviye ile çağdaş. Nesebi Sevr bin Abd Menâf vâsıtasıyla Adnânilere ulaşır. Emevî halifesi Süleyman bin Abdülmelik devrinde (95/713) Irak’ta, Kûfe yakınında Esir denilen yerde doğdu.
Babası Saîd bin Mesruk, Kûfenin meşhur muhaddislerinden. İbn Maîn, Ebû Hâtim el-lclî, Nesâî, İbn Hibban ile İbn Medînî’nin sika râvilerinden. Annesi tabakat kitaplarında adı geçen zühd ve verâ sahibi sâliha bir hâtûn.
Süfyan Sevri’nin yetiştiği dönemde memleketi Kûfe, şer’î ilimlerin önemli merkezlerinden biriydi. Babasının ilim ehlinden olması, Süfyan’ın ilim yoluna girmesini kolaylaştırdı. Kendisi şöyle anlatıyor: “Kalbimde herhangi bir niyyet taşımadığım halde adet kabilinden ilme başladım. Fakat sonra Cenab-ı Hakk bana ilimle rızâ-i Bârî’yi kazanma azim ve niyyeti lütfetti.”
Hadis ilminde “Emiru’l-müminîn” sıfatına hak kazanacak bir seviyeye ulaştı. Kuvvetli hafızası sayesinde hadisleri yazarak değil, ezberden naklederdi. Asrındaki müfessirlerin büyüklerindendi. Kur’ân ilimlerine dair geniş bilgi sahibiydi. Günümüze kadar ulaşabilmiş bir tefsiri vardır.
Fıkıh ilminde de ictihâd ve rey sahibiydi. Hicrî V. Asr’a kadar fıkhî görüşü ve fetvalarıyla amel edilmiş, fıkhına tâbi olanlara Sevrî denilmişti. Nitekim Cüneyd el-Bağdadî, Hamdun el-Kassâr onun fıkhıyla amel eden ünlü sûfîlerdir.
Hayatının büyük bir kısmı memleketi Kûfe’de geçti. Abbasî halifesi Ebû Ca’fer zamanında kadı tayin edilmek istenen Ebû Hanîfe, Mısar bin Kudam ve Şüreyk’in dördüncüsüydü. Kaçarak bir gemiye sığındı ve kadılıktan kurtuldu. Bilâhare, önce Medîne’ye sonra Mekke’ye hicret etti. Vefatına yakın Basra’ya göçtü ve orada vefat etti. (161/777)
İLİM VE HADİS ÖĞRENMEK İSTEYEN ÖNCE EDEB ÖĞRENSİN
Süfyan Sevrî, maîşet temini için ticaretle de meşgul olmuş, fakat zamanının ekserisini ilim neşrine ayırmıştır. İmam Mâlik, Şûbe, Yahya bin Sa’d el-Kattân, el-Evzâî, Abdullah bin Mübarek ve Süfyân bin Uyeyne onun talebeleri arasındadır.
İlim ve hadis tahsilini edeb şartına bağlamış ve şöyle buyurmuştu: “İlim ve hadis öğrenmek isteyen önce edeb öğrensin. Bu edeple yirmi yıl amel etsin ki, ilim tahsiline lâyık olsun. Alimler bozulunca onları kim düzeltecek. Onların bozulmalarının sebebi de gönüllerinin dünyaya meylidir.”
“İlim için gerekli şart onu bulma yollarını öğrenmektir. İlmi elde edince amel, sonra sorulana cevap, ihlâs ve sükût. İlim adamları tam ihlâs sâhîbi olsalardı bildikleriyle amel etmekten daha kıymetli bir şeyin bulunmadığını anlarlardı.”
“İnsanların en azizi, ona göre şu kimselerdi:
1 - Zâhid âlim,
2- Sûfî fakîh,
3- Mütevazı zengin,
4- Hazret-i Peygamber neslinden gelen şerif.”
Sordular:
– Rasûlullah’ın “Allah, eti çok olan aileye buğzeder.” hadîs-i şerîfinden maksad nedir?
Cevap verdi:
– Halkı gıybet ederek etlerini yiyenlerdir.
Hastalanmıştı. Hastalığının emareleri doktora anlatılınca doktor:
– Korku bu zatın ciğerlerini parçalamış, dedi. Nabzını eline alınca hristiyan doktor:
– Hanîfler arasında böyle birinin bulunabileceğini bilmiyordum, dedi ve müslüman oldu.
Hasan Basrî ve Mâlik bin Dinâr gibi yünden yapılmış elbiseler giyerdi. Fakat onun zahidlik anlayışı kuru ekmek yemek ve aba giymekten ibaret değildi. Ona göre zühd, dünyaya karşı zâhid olmak, kanaat ve kasr-ı emel sâhibi bulunmaktı.
ÖLÜM VE AHİRET HAZIRLIĞI
Ölüm ve âhiret hazırlığı hakkında şöyle derdi:
“Bir yerde kalabalık toplansa da bir tellâl çıkıp: “Bugün akşama kadar yaşayacağım, diyebilen ayağa kalksın!” dese bir tek kişi bile ayağa kalkamaz. Hayret edilecek şeydir ki, aynı insanlara “İçinizden ölüme hazırlık yapmış olanlar ayağa kalksın!” denilse yine bir tek kişi bile kalkamaz.” Kendisi, müridlerinden birisi sefere çıkacak olsa ona: “Eğer gittiğin yerlerde satılık ölüm bulursan benim için de al!” diye ısmarlardı.
Son hastalığında bir namaz için altmış defa taharet yapmış ve:
“Bütün bunlar emr-i Hakk geldiğinde temiz olmak içindir” demişti.
Şöyle derdi:
“Herşeyin cezâsı vardır. Arife verilecek ceza da zikirden kesilmektir. Çünkü sevgiliyi anıp hatırlayamamak âşık için en büyük cezadır.”
Hatim Esam’a şöyle demişti:
“Şu dört şey, şu dört şeyi görmemektendir:
1 - Halkı kınamak kaza ve kaderi görmemekten,
2- Müslümanlara hased etmek kısmeti görmemekten,
3- Haram ve helâl oluşu şüpheli mal biriktirmek, kıyametteki hesâbı görmemekten,
4- Allah’ın tehdidinden emin olmak, vaadinden ümid var olmamak, Allah’ın âyetlerini görmemektendir.
ZAMANIN FİTNELERİ
Zamanın fitnelerinden korunmak için, halka şöyle nasihat ederdi: “Halkın arasına fazla karışmayın, uzleti ihtiyar edin. Eskiden insanların birbirleriyle karşılaşıp görüşmeleri birbirlerine fayda sağlardı. Şimdi ise öyle değil. Bu yüzden uzleti ihtiyar edin.”
Buyurdu:
“Sultana karşı emr-i bilmârûf vazifesini ancak sözünü bilen, şefkatle konuşan âlim ve muttaki kimseler yapabilir.”
Kendisine verilen hiçbir şeyi almaz, geri çevirir, şöyle derdi:
“Verdikleri şeye karşılık bana üstünlük taslamaya kalkışacaklar. Böyle olmayacağını bilsem alırım.” Bu yüzden kimseden birşey istemez, borç bile almazdı. Şöyle derdi: “İnsanlar istenen borcu gizli tutmazlar. Gece alsan sabahı zor ederler ve hemen: Süfyan geldi, akşam benden borç aldı, diye yaymaya başlarlar. Bu yüzden uyuduğun ve uyandığın zaman ne alacağın, ne de vereceğin olsun.”
“Sultanların kapısına sığınan âlim vurguncu, zenginlerin kapısında dolaşan ilim ehli, riyakardır.” derdi.
Mütevaziydi. O’nun meclisinde fukara, ümerâ kadar itibar ve izzet görürdü. İbadetine mağrur olanlardan hoşlanmaz ve şöyle derdi:
“İbadet eden kişi, ibâdetine bakarak kendisini kardeşinden üstün görürse yaptığı ibadetler hiç olur. Halbuki görünüşte ibadeti az olan kardeşi, belki harama karşı kendisinden daha dikkatlidir.”
İlimle irfanı birleştirmiş bir mânâ eriydi. - rahmetullahi aleyh -