Onun cennetten çıkmış bulunduğunu ve özündeki yüce değeri düşünürler. Halbuki insan da Hacerü'l-Esved gibi cennetten çıkmadır. İşlediği günahlarla ne derecede düşerse düşsün, onun özündeki değer bâkîdir.

Diğer taraftan hiçbir liyâkatli doktor, hastasına, kendisini niye hasta yaptığı yolunda kızmaz. Hastalık, kişinin kusûruyla ilgili bir husus sebebiyle ortaya çıkmış olsa bile bunu, hastanın fiil veya düşünce bakımından kaynaklanan acziyetinin doğurduğu bir netice olarak yorumlar. Böylece hastaya, hasta olmasına sebep olacak hususlar dolayısıyla kızmak yerine, onun çektiği ızdırap ve elemi göz önünde bulundurarak vakit geçirmeden büyük bir merhamet ve şefkatle tedâvîsine yönelir. Kendini bu tedâviyle mükellef görür. İşte mutasavvıf da, cemiyet içinde hastahâne koğuşlarını gezen bir doktorun şu hissiyâtıyla yaşar. Davranışlara hâkim kılınan bu hissiyât da yoldan çıkmışlar için âdetâ bir can kurtaran simididir.

Böyle bir can simidi uzatmak ve dînen günahkâr olan bir insanı, içine düşmüş olduğu günah denizinden kurtarmak, pek ulvî bir seadet vesilesidir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in, Hayber fethi esnasında harp meydanında Hazret-i Ali'ye yaptığı şu tenbih, câlib-i dikkattir:

"-Yâ Alî! Bir kimsenin senin vâsıtanla hidâyete ermesi senin için üzerinde güneşin doğup battığı her şeye sahip olmandan daha hayırlıdır."

Bu hakîkat âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

"... Kim onu (bir insanı) ihyâ ederse, bütün insanları ihyâ etmiş gibi olur..." (el-Mâide, 32)

Bu, bir îmân meselesidir. Şüphesiz insana aid davranışların hatâ durumu en ağır olanı küfürdür. Bunun bile kurtulabilme şansı, yumuşak bir üslûp ile daha fazla mümkün olduğundandır ki Cenâb-ı Hak Mûsâ -aleyhisselâm-'ı Firavun'a îmân telkîni için gönderdiğinde ona "kavl-i leyyin" yâni yumuşak sözle hitap etmesini emir buyurmuştur. Zîrâ hidayete davet edenin bundaki muvaffakiyeti, yukarıda ifâde buyurulduğu üzere kazançların en büyüğüne köprü olan bir amel-i sâlihtir. Allâh Teâlâ, Firavun'un küfürdeki şiddetinden -hâşâ- gâfil değildi. Dolayısıyla muhatap, küfürde Firavun derecesinde şiddetli olsa bile bizim telkîn üslûbumuzu, asıp kesmek, tehdit savurmak gibi his taşkınlıklarına değil yumuşak söz söylemenin vakarlı istikametine yönelten ilâhî talimatı doğru ve iyi kavramalıdır. Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:

"Allâh'ın: sözünü iyi anla!"

"Zîrâ kaynayan yağa su dökersen ocağı da harap edersin, tencereyi de..."

Cenâb-ı Hakk'ın, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in şahsında bütün ümmete ifade buyurduğu şu âyet-i kerîme de bu hakîkati beyan eyler:

"(Ey Rasûlüm!) O vakit Allâh'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şâyet Sen kaba ve katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu hâlde onları afvet; bağışlanmaları için dua et..." (Âl-i İmrân, 159)

Diğer bir âyet-i kerîmede de daha sarîh olarak şöyle buyurulmuştur.

"(Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır!.." (en-Nahl, 125)

 

“BABAN BİLE SENİN GÖZÜNDE BİR CANAVAR GİBİ SALDIRICI VE ISIRICI GÖRÜNÜR”

 

Bu üslûp, sırf günahkâr ve kâfirler için değil, belki en zirve noktalarda İslâm'ı yaşamakta olan insanlarda bile beşeriyet îcâbı görülebilecek birtakım zaaf ve kusurlara karşı da lüzûmludur. Zîrâ kusûru düzeltmeye çalışırken muhâtabı ezip onu rencide edecek sert ve kaba bir üslûp, maksadın hilâfına ve belki de tam zıt istikâmette netîcelere sebep olabilir. Çünkü böyle bir üslûpla yapılan îkâzlarda bazen insanlar babalarına karşı bile tahammülsüz olabilmektedirler ki, başkalarına tahammüllü olmaları mümkün değildir. Böyle durumlarda söylenen doğrular da gönüllere tırtıklı bir bıçak tesiri yapmakta; fayda ve cazibesini kaybetmektedir. Hazret-i Mevlânâ buyurur:

"Bir kabahatin dolayısıyla seni azarladığı zaman baban bile senin gözünde bir canavar gibi saldırıcı ve ısırıcı görünür..."

"Bu hâl, onun azar ve cefâsından kaynaklanan derdin bir tesiridir. Yâni babanın îkâzı, senin iyiliğin için olduğu hâlde ettiği azar ve cefâ, onun gönlündeki merhamet ve acıyışı sana canavar gibi göstermektedir..."

İşte insandaki bu psikoloji unutulmamalı ve ne kadar günâha batmış olursa olsun onun kıymetli bir varlık olduğu idrâki ile hareket edilmelidir. Bunun içindir ki hadîs-i şerîfte Rasûl-i Ekrem -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"İnsana günah olarak müslüman kardeşini küçük görmesi yeter." buyurmuşlardır.

Bu hadîs-i şerîfin hikmetini kavramış bulunan Bezmiâlem Vâlide Sultan'ın, hizmetçilerin şahsiyetlerinin ezilmemesi için onların kırdığı eşyaları tazmin etmek üzere Şam'da bir vakıf kurması, bizlere gösterdiği gönül ufku açısından pek câlib-i dikkattir.