<div> </div> <div>Peygamberimiz henüz Medine’ye hicret etmemişti. Ama İslamiyet, Medine’de hızla yayılıyordu. Resûlullah, Mus’ab bin Umeyr’i (r.a.) Medine’de İslam nurunu yaymak ve Müslüman olanlara İslam’ı öğretmek için vazifelendirmişti. Cenâb-ı Hakk’ın yardımıyla bu vazifeyi güzel bir şekilde ifa eden Hz. Mus’ab, bir hac mevsiminde 2’si kadın olmak üzere 75 Müslüman’la, Peygamberimizi ziyaret etmek maksadıyla Mekke’ye geldi. İşte bu 75 kişiden birisi de Abdullah bin Revâha’dır (r.a.).</div> <div>Peygamberimiz, Medineli Müslümanlarla Akabe mevkiinde görüştü. Aralarında çeşitli konuşmalar cereyan etti. Bir ara Hz. Ebû Heysem, “Yâ Resûlallah, bizimle Yahudiler arasında bir anlaşma ve sözleşme var. Biz bu hareketimizle o anlaşma ve sözleşmeye aykırı hareket etmiş oluyoruz. Allah seni muzaffer kıldıktan sonra, Mekke’ye kavminin yanına döner, bizi yalnız bırakırsan hâlimiz nice olur?!” dedi. Peygamberimiz tebessüm etti ve şöyle buyurdu:</div> <div>“Benim kanım sizin kanınızdır. Siz kanınızı akıtırsanız, ben de kanımı akıtırım. Zimmetim zimmetiniz, hürmetim hürmetinizdir. Ben sizdenim, siz de bendensiniz. Siz kiminle savaşırsanız, ben de onunla savaşırım. Siz kiminle barışırsanız, ben de onunla barışırım.”[1]</div>