<div>Abdullah bin Revâha susuyor, konuşmuyordu. Zeyd bin Hârise’nin kendisine düşüncelerini sorması üzerine şöyle konuştu:</div> <div>“Ey kavmim! Vallahi sizin şimdi istememiş olduğunuz şey, arzulayıp elde etmek için sefere çıktığınız şehitliktir. Biz insanlarla ne sayıca, ne silahça, ne de at ve süvarice çokluk olduğumuz için değil, Allah’ın bizi şereflendirmiş olduğu şu din kuvvetiyle savaşıyoruz. Gidiniz, savaşınız! Bunda muhakkak ki iki iyilikten biri, ya zafer ya da şehitlik vardır. Vallahi Bedir Savaşı’nda yanımızda iki at, Uhud Savaşı gününde de bir tek at bulunuyordu. Eğer bu seferimizde düşmana galip gelmek kaderde varsa, zaten Allah’ın ve Peygamberimizin bize vaadi de böyledir. Allah vaadinden vazgeçmez. Eğer kaderde şehitlik varsa, böylece cennetlerde kardeşlerimize kavuşmuş oluruz.”</div> <div>Abdullah bin Revâha’nın bu konuşması, mücahitleri cesaretlendirdi:</div> <div>“Revâha’nın oğlu doğru söylüyor.” dediler ve yollarına devam ettiler. Abdullah bin Revâha:</div> <div>“Ben herhâlde geriye, ailemin yanına dönmeyeceğim. Umarım ki şehit olacağım!” diyordu.</div> <div>Nihayet iki ordu Mute’de karşılaştı ve birbirleriyle kıyasıya çarpışmaya başladılar. Zeyd şehit oldu, sancağı hemen Câfer aldı. Câfer şehit oldu, sancağı Abdullah bin Revâha aldı. Abdullah bin Revâha sancağı eline alınca, atının üzerinde düşmana doğru ilerledi. Bunu yaparken, nefsini kendisine boyun eğdirmeye ve bazı tereddütlerini gidermeye çalışıyordu: </div>