O, Hz. Ebû Bekir (r.a.)'ın en büyük oğludur. Annesinin adı, Ümmü Ruman'dır. Hz. Aişe (r.anhâ) ile anne-baba bir kardeştir. Cahiliye döneminde asıl adı Abdülkâbe idi. İslâmiyetin ilk yıllarında müşrikler arasında yer aldı. Bedir ve Uhud savaşlarında onların safında bulundu. Ebû Bekir ailesinden sâdece o, eski dini üzere kalmıştı. İslâm'a henüz gelememişti. Fakat yaratılışından getirdiği asalet, samimiyet ve hak bildiği, hak gördüğü şeye teslimiyet gibi cevherlere sahipti. Onun mertliği, dürüstlüğü ve asâleti mutlaka ona İslâm nimetini tattıracaktı. Kader plânında vaktini beklemekteydi. Mesâfe uzasa da hakka ulaşacak kabiliyete sahipti. Dürüsttü... Samimiydi...
GÖNLE DÜŞEN NUR
Mekke fethinden önce idi. Bir gün hidâyet nuru kalbini aydınlatıverdi. İman nuru gönlüne girdi ve cahiliye devrinden kalan bütün çirkinlikleri gönlünden çıkarıp attı. Yeni bir hayata doğmuşcasına kendi içinde sükûnete erdi ve İslâm'ın güzelliklerine ulaşmaya karar verdi. Derhal Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin bulunduğu yere geldi. Boynu bükük bir halde, teslim olmuş olarak huzura girdi ve kelime-i şehâdet getirdi. İslâm'la şereflenerek ümmet-i Muhammed âilesine dâhil oldu.
Hz. Ebû Bekir (r.a.), oğlunun büyük bir edep içerisinde gelip kendi isteği ile Rasûlullah (s.a.) Efendimize biat etmesine çok memnun oldu. Sevincinden gözyaşlarını tutamadı. Bir anda eski hatıralar gözünde canlandı. Bedir Gazvesinde ona karşı çıkıp üzerine doğru yürüyüşünü ve Efendimizin buna mâni oluşunu hatırladı. Allah'a hamdetti. İki Cihan Güneşi Efendimiz onun adını Abdurrahman olarak değiştirdi. Bundan sonra o Kâbenin kulu değil, Rahman'ın kulu adıyla anıldı.
O, küfürde gösterdiği mertliğini şimdi müslüman olarak gösterecekti. Çok şeyleri kaçırdığının farkındaydı. Bedir ve Uhud Gazvelerinde müşrikler cephesinde idi. Bedir'de harb meydanına atılıp er dilemişti. Hz. Ebû Bekir (r.a.) oğlunun karşısına çıkmak üzere ayağa kalktığında Habîb-i Kibriya (s.a.) Efendimiz buna engel olmuştu. Bu kahraman ailenin fertlerini yüzyüze getirmemiş, bu mert yiğitleri birbirine düşürmemişti.
YEMÂME HARBİNİN YİĞİT KAHRAMANI
Abdurrahman (r.a.)'de fıtraten mevcut olan kabiliyetler, cevherler İslâm'ın nuruyla daha da parladı. Güzel huylar onun şahsiyetinin ve hayatının özü oldu. Hayber Gazvesine ve daha sonraki bütün savaşlara katıldı. Vedâ haccında Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz onu Hz. Âişe (r.anhâ) annemize umre yaptırmakla görevlendirdi. Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimizin hastalığı zamanında yanından hiç ayrılmadı. Hizmet-i aliyyelerinde bulundu. Daha sonra babasının halifeliği döneminde irtidat olaylarında Hâlid İbni Velid (r.a.) komutasında mürtedlerle savaştı. Büyük yararlıklar gösterdi. Yemâme günü sanki onun kahramanlıklarının sergilendiği gündü.
Yemâme harbi, Hz. Ebû Bekir (r.a.) devrinin en mühim olaylarından biriydi. Abdurrahman (r.a.) bu savaşta bütün kahramanlığını gösterdi. Mürtedlerin üzerine korkusuzca hücum etti. Arslanlar gibi bir sağa bir sola atılarak önüne geleni kılıçtan geçirdi. Saflarını darmadağın etti. Müseyleme'nin önemli komutanlarından Muhakkim İbni Tufeyl'i bir darbede yere serdi. Kalede açılan gediklerden İslâm ordusunun içeri girmesine vesile oldu. Neticede savaş müslümanların kesin galibiyetiyle son buldu.
ABDURRAHMAN İBNİ EBÛ BEKİR'İN MUHALEFETİ
Hz. Ömer (r.a.) zamanında Suriye fetihlerine iştirak etti. Cemel vakasında Hz. Aişe (r.anhâ) annemizin tarafında bulundu. Mısır valisi kardeşi Muhammed'in üzerine yürüdü. Yezid'in veliaht tayin edilmesine karşı çıktı. Hz. Hüseyin, Abdullah İbni Zübeyr ve Abdullah İbni Ömer (r.anhüm)'ün bulunduğu bir grub müslüman da Abdurrrahman (r.a.)'ı bu konuda destekledi. Milletin idarecisini milletin şûrasının seçmesi gerektiğini ve devlet reisinin seçimi konusunda Îslâm şûrasının babadan oğula bırakılamayacağı hükmünü Medine vâlisi Mervan'a açıkça söyledi. Yezid'e biat etmedi. Mervan bu hareketine kızdı ve: "Sen Ebeveynine (üffin lekuma) diyen adam değil misin? Meâlindeki ayeti ona okudu. Abdurrahman (r.a.)'ı itham etmek istedi. Hz. Âişe (r.anhâ) annemiz Mervan'ın bu hareketinden haberdar olunca: "Yemin olsun ki, bu âyet-i kerîme onunla alâkalı değildir." dedi.
"DİNİNİ DÜNYA KARŞILIĞINDA SATMADI"
Muâviye (r.a.), Abdurrahman (r.a.)'ın muhalefetini bilmesine rağmen onu hoş tutar ve aleyhinde bulunmazdı. Onun mertliğini, dürüstlüğünü, samimiyetini biliyordu. Bu sebeble ona yüz bin dirhem gönderdi. Abdurrahman (r.a.) bu parayı kabul etmedi ve gelen elçiye sitemle: Ona git şöyle söyle:"Abdurrahman dinini dünya karşılığında satmıyor..." dedi.
Ne İman!.. Ne şahsiyet!.. Ne karakter!.. Ne yüce ahlâk!.. Dinini dünya karşılığında satmamak!.. Dünya için kimseye boyun eğmemek!.. Allah'ım cümlemize bu ahlâkı nasib et!..
Resûl-i Ekrem (s.a.)'den sekiz hadis rivayet eden Abdurrahman İbni Ebû Bekir (r.a.)bu hadiseden sonra Medine'den çıktı. Mekke'ye geldi ve altı mil mesâfede bulunan Habeşî mevkiine yerleşti. Bu dağlık bölgede münzevî bir hayat yaşadı. Hicretin 53. senesinde burada vefat etti. Cenâzesi Mekke'ye getirilerek defnedildi. Cenâb-ı Hak'dan şefaatlerini niyaz ederiz. Amin.