Göklerin ve yerin gaybını ve kalplerde olanı hakkıyla bilen, bize sayısız nimetler bahşeden Rabbimize sonsuz hamd-u senalar olsun. Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s)’e âline ve ashabına salât ve selam olsun.
Mekke’de müşriklerin baskılarının artması sebebiyle Peygamber Efendimiz’in Medine’ye hicret etmesi üzerine, diğer Müslümanlar da fırsatını buldukça Medine’ye hicret ederler. Ümmü Kays adında bir hanım sahâbî de Medine’ye hicret etmek ister. Bu arada Ümmü Kays’a âşık olan bir sahâbî evlenmek üzere ona talip olmuş, kadın da “Benimle Medine’ye hicret edersen seninle orada evlenirim.” demiştir. Bu sahâbî Medine’ye hicret etmeye gönlü olmadığı hâlde, sırf o kadınla evlenmek için Medine’ye hicret etmiş ve sonra da orada evlenmişlerdir. Sırf Ümmü Kays ile evlenmek için hicret eden bu şahsın niyeti, sahabe arasında bilindiği için bu kişiye; “Muhaciru Ümmi Kays” (Ümmü Kays’ın muhaciri) lakabı takılmıştır. Bu olay üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.s.), “Ameller niyetlere göredir. Herkes sadece niyetinin karşılığını alır. Kim Allah ve Resûlü için hicret ederse, hicreti Allah ve Resulünedir. Kim de erişeceği bir dünyalık veya evleneceği bir kadından dolayı hicret ederse hicreti, hicretine sebep olan şeyedir.” buyurdu.( Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1) Böylece Hz. Peygamber (s.a.s), insan fiillerinin ve amellerinin Allah katındaki değeri kişinin niyetine göre belirleneceğine dikkat çekmiştir.
Niyet, Allah’ın rızasını kazanma arzusuyla ve O’nun hükmüne tâbi olmak üzere fiile yönelen irade şeklinde tarif edilir.(Dia niyet mad.) Amellerde niyetin ne kadar önemli olduğu anlaşılması adına büyük İslam Alimleri, bu hadisle İslâmiyet’in üçte birini anlamanın mümkün olduğunu söylemişlerdir. İmam Şâfiî ise bu hadisin yetmiş ayrı konuyla ilgisi bulunduğunu, bu sebeple de onu din ilminin yarısı saymak gerektiğini belirtmiştir. Ruh ve bedenden teşekkül eden insanda ruh ne ise ameller için de niyet de ruh konumunda olduğunu ifade ederek teşbihte bulunmamız yerinde olacaktır. İyi niyet ve ihlasla yapılan amelin Allah katında ne kadar değerli ve makbul olduğu izahtan varestedir. Kaldı ki mümin kişinin iyi niyet ile salih amel işlemeyi kast eder de bu ameli yapmaya muvaffak olamazsa bile sırf o niyetinden dolayı sevap kazanır. Bakınız bu gerçeği Peygamber efendimiz (s.a.s) şöyle bildirmiştir: “Allah Teâlâ iyilik ve kötülükleri takdir edip yazdıktan sonra bunların iyi ve kötü oluşunu şöyle açıkladı: “Kim bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, Cenâb-ı Hak bunu yapılmış mükemmel bir iyilik olarak kaydeder. Şayet bir kimse iyilik yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb-ı Hak o iyiliği on mislinden başlayıp yedi yüz misliyle, hatta kat kat fazlasıyla yazar. Kim bir kötülük yapmak ister de vazgeçerse, Cenâb-ı Hak bunu mükemmel bir iyilik olarak kaydeder. Şayet insan bir kötülük yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb-ı Hak o fenalığı sadece bir günah olarak yazar.” (Buhârî, Rikâk 31; Müslim, Îmân 207) Tahdis-i nimet kabilinden hemen ifade etmemiz gerekir ki; Hadis-i şerifte geçen, bir iyilik yapmak isteyip de yapamayana bir iyilik sevabının yazılması, bir kötülük yapmak isteyip de Allah’tan korktuğu için bundan vazgeçene bir iyilik yapmış gibi sevap yazılması, Allah Teâlâ hatırdan geçen kötü bir düşünce yüzünden kulunu hesaba çekmemesi ve bir iyiliğe kat kat sevap verildiği halde, bir kötülüğe sadece bir günah yazılması gibi böyle bir imkân ve Allah’ın kullarına bahşettiği nimet İslâm’dan başka hiçbir din ve sistemde yoktur.
Müminlerin annesi Hz. Âişe (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurdu: “Bir ordu Kâbe’ye saldırmak üzere yola çıkacak; bir çöle geldiklerinde baştan sona bütün ordu yere batacaktır.” Hz. Âişe der ki, bunun üzerine ben, Yâ Resûlallah, onların arasında ticaret için yola çıkanlar ve kötü niyetli olmayanlar varken niçin hepsi birden yere batacaktır? diye sordum. Resûlullah (s.a.s): “Hepsi birden yere batacak, âhirette yeniden diriltilip niyetlerine göre hesaba çekileceklerdir” buyurdu. (Buhârî, Büyû` 49) Hadîs-i şerîfte asıl anlatılmak istenen husus, niyetin önemidir. Kâbe’yi yıkmaya gidenlerin arasında masum kimseler bulunabilir. Bunların bir kısmı savaşa zorla götürülmüş olabilir. Bir kısmı da başka bir yere giderken onlara rastlamış olabilir. Kötülük yapmayı düşünmediği hâlde kötülerin arasında bulunan kimselerin dünyadaki cezası, onlarla birlikte yok olmaktır. Âhirette ise niyetlerine göre hesaba çekileceklerdir. Şayet niyetleri kötü ise cehenneme, iyi ise cennete gideceklerdir. (Riyâzü’s-sâlihîn, Erkam Y)
Sahabe-i Kirâm’dan Ma’n b. Yezîd (r.a)’dan şöyle rivayet edilmiştir: Babam Yezîd sadaka vermek üzere yanına birkaç dinar aldı ve onları Mescid-i Nebevî de oturan birinin yanına koydu. Ben Mescid’e uğrayarak paraları aldım ve babama götürdüm. Babam: Vallâhi ben onları sen alasın diye bırakmamıştım deyince, Resûlullah (s.a.s)’in yanına giderek durumu arz ettim. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Yezîd! Sen niyet ettiğin sadaka sevabını kazandın. Man! Aldığın para da senindir.” (Buhârî, Zekât 15) Ma’n (r.a)’ın babası Yezîd (r.a), Mescid’de oturan bir sahâbînin yanına, muhtaçlara vermesi için bir miktar para bırakmış. Fakir olan, üstelik o parayı kimin bıraktığını bilmeyen oğlu, böyle bir yardıma ihtiyacı olduğu için parayı oradan almıştı. Babası durumu öğrenince, sadakasının boşa gittiğini düşünerek “O parayı sana vermek isteseydim, getirir verirdim. Ben onu sadaka niyetiyle Mescid’e bıraktım. Sen almamalıydın?” diye oğluna çıkışmıştı. Bu parayı alıp harcamasının hiçbir sakıncası olmadığını düşünen Ma’n (r.a), babasıyla birlikte Resûl-i Ekrem’in huzuruna gelerek meseleyi arz etmiş, Resûlullah Efendimiz de Ma`n’ı haklı bulmuş. İşte bu hadis-i şerifte de yine niyetin önemi belirtilmektedir.
Ebû Hüreyre (r.a)’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ sizin bedenlerinize ve yüzlerinize değil, kalplerinize bakar.” (Müslim, Birr 33) Allah Teâlâ’nın kalbe ve davranışlara bakması demek, kalbin ve davranışların iyi olması hâlinde, onların sahibine sevap ve mükâfat vermesi demektir. Tam da burada önemli bir noktaya dikkat çekmemiz önem arz etmektedir. Toplum içinde birtakım insanların Allaha karşı kulluk vazifelerini yerine getirme ve ibadet konusunda zaaf gösterip taksiratlarda bulunarak “kalbim temiz” ve “iyi niyetliyim” gibi ifadeler kullanmaları tamamen boş bir kuruntudan ibarettir. Kalp temizliği ve iyi niyet, kişiyi kulluk vazifesini yerine getirmeye sevk etmiyorsa orada iyi niyetten bahsetmek mümkün olmayacaktır. Aynı zamanda bir taraftan bizatihi ibadet olmayan bazı işler, iyi niyetle yapıldığı takdirde ibadete dönüşebilir. Meselâ yemek yiyen kimse, bu gıdalardan elde edeceği kuvvetle ibadet edeceğini düşünürse, yemek yerken bile sevap kazanmış olur. Diğer taraftan ise iyi niyete dayanmayan, sadece gösteriş için yapılan ibadetlerin ve güzel davranışların Allah katında hiçbir değeri bulunmadığını da bilmek gerekir.
Peygamber Efendimiz (s.a.s), niyetin Müslümanın hayatındaki ehemmiyetini ve önemini birçok hadis-i şerifinde çok müthiş örneklerle deruhte edip açıklamıştır. Abdullah b. Ömer (r. anhümâ), Resûlullah’ı (s.a.s) şöyle buyururken dinlediğini söylemiştir: “Sizden önce yaşayanlardan üç kişi bir yolculuğa çıktılar. Akşam olunca, yatıp uyumak üzere bir mağaraya girdiler. Fakat dağdan kopan bir kaya mağaranın ağzını kapattı. Bunun üzerine birbirlerine: Yaptığınız iyilikleri anlatarak Allah’a dua etmekten başka sizi bu kayadan hiçbir şey kurtaramaz, dediler. İçlerinden biri söze başlayarak: Allah’ım! Benim çok yaşlı bir annemle babam vardı. Onlar yemeklerini yemeden çoluk çocuğuma ve hizmetçilerime bir şey yedirip içirmezdim. Bir gün hayvanlara yem bulmak üzere evden ayrıldım; onlar uyumadan önce de dönemedim. Eve gelir gelmez hayvanları sağıp sütlerini annemle babama götürdüğümde, baktım ki ikisi de uyumuş. Onları uyandırmak istemediğim gibi, onlardan önce ev halkının ve hizmetkârların bir şey yiyip içmesini de uygun görmedim. Süt kabı elimde şafak atana kadar uyanmalarını bekledim. Çocuklar etrafımda açlıktan sızlanıp duruyorlardı. Nihayet uyanıp sütlerini içtiler. Rabbim! Şayet ben bunu senin rızanı kazanmak için yapmışsam, şu kaya sıkıntısını başımızdan al! diye yalvardı. Kaya biraz aralandı; fakat çıkılacak gibi değildi. Bir diğeri söze başladı: Allah’ım! Amcamın bir kızı vardı. Onu herkesten çok seviyordum. Ona sahip olmak istedim. Fakat o arzu etmedi. Bir yıl kıtlık olmuştu. Amcamın kızı çıkıp geldi. Kendisini bana teslim etmek şartıyla ona 120 altın verdim. Kabul etti. Ona sahip olacağım zaman dedi ki: Allah’tan kork! Dinin uygun görmediği bir yolla beni elde etme! En çok sevip arzu ettiğim o olduğu halde kendisinden uzaklaştım, verdiğim altınları da geri almadım. Allah’ım! Eğer ben bu işi senin rızanı kazanmak için yapmışsam, başımızdaki sıkıntıyı uzaklaştır, diye yalvardı. Kaya biraz daha açıldı; fakat yine çıkılacak gibi değildi. Üçüncü adam da: Allah’ım! Vaktiyle ben birçok işçi tuttum. Parasını almadan giden biri dışında hepsinin ücretini verdim. Ücretini almadan giden adamın parasını çalıştırdım. Bu paradan büyük bir servet türedi. Bir gün bu adam çıkageldi. Bana: Ey Allah kulu! Ücretimi ver, dedi. Ben de ona: Şu gördüğün develer, sığırlar, koyunlar ve köleler senin ücretinden türedi, dedim. Adamcağız: Ey Allah kulu! Benimle alay etme, deyince, seninle alay etmiyorum, diye cevap verdim. Bunun üzerine o, geride bir tek şey bırakmadan hepsini önüne katıp götürdü. Rabbim! Eğer bu işi sırf senin rızanı kazanmak için yapmışsam, içinde bulunduğumuz sıkıntıdan bizi kurtar, diye yalvardı. Mağaranın ağzını tıkayan kaya iyice açıldı; onlar da çıkıp gittiler. (Buhârî, Büyû` 98; Müslim, Zikir 100) Hadîs-i şerîfte iyi niyetle, ihlâs ve samimiyetle yapılan davranışların Allah Teâlâ’yı hoşnut ettiği belirtilmektedir. Cenâb-ı Hak kendi rızasını elde etmek için yapılan güzel hareketlerden ve azabından korkularak terkedilen kötü işlerden dolayı kulundan memnun olmaktadır. O’nun bu hoşnutluğu insanı hem dünyadaki hem de ahiretteki birçok sıkıntılardan kurtarmakta, her iki dünyada bahtiyar olmasını sağlamaktadır. Bu da ihlâs ve iyi niyetin insan hayatındaki yerini gösterir.
Cenabı Allah niyetimizi de akıbetimizi de hayreylesin…
Selam ve dua ile…