Bizleri en güzel şekilde yaratan, sayısız nimetler bahşeden ve bizi bizden çok seven Rabbimize sonsuz hamd-u senalar olsun. Dünyada rehberimiz, ahirette şefaatçimiz efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s)’e âline ve ashabına salât ve selam olsun.

Dil, Allah Teâlâ’nın insana bahşettiği harikulade ve büyük bir nimettir. Vücudun diğer organları da hem iyilikte hem de kötülükte dile tabidirler. Nitekim Peygamber efendimiz şöyle buyurur: “Âdemoğlu sabaha erdi mi, bütün azaları, dile temenna edip: ‘Bizim hakkımızda Allah’tan kork. Zira biz sana tabiyiz. Sen istikamette olursan biz de istikamette oluruz, sen sapıtırsan biz de sapıtırız!’ derler.” (Tirmizî, Zühd 61). Dilin kendisi küçük ama kendisiyle yapılan ibadetler büyük olduğu gibi dilden sadır olan günahlar ve afetler de büyük… İşte bu afetlerin başında yalan ve iftira gelir.

Yalan ve iftira, İslam’ın özüne aykırı olup fıtratla bağdaşmaz ve Müslümanda asla bulunmaması gerekir. Zira bu iki haslet ne insanî ne de İslamî’dir. Cenab-ı Allah, bir ayet-i kerimede asıl yalancı ve iftiracıların imandan nasip almamış kimseler olduğunu ifade ederek şöyle buyurmuştur: “Ancak Allah’ın ayetlerine inanmayanlar böyle bir yalanı uydurabilirler, asıl yalancılar onların kendileridir.” (Nahl, 105). Peygamber efendimiz (s.a.s) de yalanı ve yalancılığı münafıkların alametlerinden saymıştır. Abdullah b. Amr (r.a)’ın rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Şu dört özellik kimde bulunursa o, tam bir münafık olur. Kimde bu niteliklerden biri bulunursa onu terk edinceye kadar kendisinde münafıklıktan bir özellik vardır: Kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder. Konuştuğunda yalan söyler. Söz verdiğinde cayar. Husumet sırasında haktan sapar.” (Buhârî, Îmân, 24).

Bir kimseye asılsız olarak suç, günah yahut kusur sayılan bir söz, davranış veya nitelik isnat etmek anlamında olan iftira, dinimizce kesin bir şekilde haram kılınmıştır. Allah Resûlü (s.a.s) de iftirayı insanı helak eden şeyler arasında zikretmiştir. Ebû Hüreyre (r.a) ’den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s), “Yedi helâk ediciden sakının!” buyurdu. Sahâbîler, “Yâ Resûlallah! Bunlar nelerdir?” diye sordular. Resûlullah şöyle cevap verdi: “Allah’a şirk koşmak, büyü yapmak, Allah’ın haram kıldığı bir canı haksız yere öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaş meydanından kaçmak ve zinadan uzak durup hiçbir şeyden haberi olmayan mümin kadınlara zina isnad etmektir.” (Buhârî, Hudûd, 44)

İfk hadisesi olarak bilinen Hz. Âişe’ye yapılan iftira karşısında Müslümanların tutumu Kur’ân-ı Kerîm’de değerlendirilirken bütün müminlerin, böyle bir habere hemen inanmayıp iftiraya uğrayan hakkında hüsn-i zanda bulunmaları gerektiği vurgulanmakta, bu tür asılsız isnat ve iftiraların yayılmasından hoşlananların dünyada ve âhirette ağır bir şekilde cezalandırılmayı hak ettikleri bildirilmektedir. Hz. Âişe’nin masum olduğunu bildiren ve iftiracıların yüzünü karartan Nûr sûresinin 11-20. ayetlerinde Yüce Allah şöyle buyurdu: “O ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden bir güruhtur. Bu iftirayı kendiniz için kötü bir şey sanmayın. Aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her biri için, işledikleri günahın cezası vardır. İçlerinden (elebaşılık ederek) o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır. Bu iftirayı işittiğiniz zaman, iman eden erkek ve kadınlar, kendi (din kardeş)leri hakkında hüsn-i zan besleyip de "Bu apaçık bir iftiradır." deselerdi ya! Onlar (iftiracılar) bu iddialarına dair dört şahit getirselerdi ya! Mademki şahit getirmediler; işte onlar Allah yanında yalancıların ta kendileridir. Eğer size dünya ve âhirette Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız bu iftiradan dolayı size mutlaka büyük bir azap dokunurdu! Hani o iftirayı dilden dile dolaştırıyor; hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyleri ağzınıza alıp söylüyor ve bunu önemsiz bir iş sanıyordunuz. Halbuki bu, Allah katında büyük bir iştir. Bu iftirayı işittiğiniz vakit, "Böyle sözleri ağzımıza almamız bize yaraşmaz. Hâşâ! Bu çok büyük bir iftiradır." deseydiniz ya! Eğer inanıyorsanız, bu gibi şeylere bir daha ebediyen dönmemeniz için Allah size öğüt veriyor. Allah size âyetleri açıklıyor. Allah her şeyi hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. İnananlar arasında hayasızlığın yayılmasını arzu eden kimseler var ya; onlar için dünya ve âhirette elem dolu bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Allah’ın lütfu ve rahmeti sizin üzerinize olmasaydı ve Allah çok esirgeyici ve çok merhametli olmasaydı (hâliniz nice olurdu)?”

İslâm, iftirayı yasaklamakla kalmamış, onu engellemek için bazı önlemler de almıştır. Buna göre insanların ayıp ve kusurlarını araştırmak, evleri gözetlemek, karşı cinsten yabancı kimselerle baş başa kalmak, evlere izin almadan girmek yasaklanmıştır. Bu ve benzeri uyarılar, bireyin kişiliğini ve saygınlığını korumaya ve muhtemel iftira ve dedikoduları önlemeye yönelik alınmış tedbirlerdir. İftira, toplum hayatını dinamitleyen, dostlukları bitiren, yuva kurmaya engel olan, kurulmuş yuvaları yıkan, aile facialarına yol açan; insanların işlerini, itibarlarını, istikballerini, hatta bazen hayatlarını kaybetmelerine sebep olabilen çok kötü bir davranıştır. İftira sonucunda insanlar arasındaki sevgi ve saygı azalır, kin ve nefret duygusu çoğalır, toplumsal problemler baş gösterir. (H. İslam, 3/457).

Yukarıda aktardığımız ayet ve hadisler, yalan ve iftiranın vahametini apaçık bir şekilde ortaya koydukları kanaati hasıl olmuştur. Unutmamak gerekir ki; Efendimizin buyurduğu gibi  “Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.” (Tirmizî, Îmân12) Cenab-ı Allah’ın bize bahşettiği dil nimetinin şükrünü eda etme kabilinden Allah’ı tespih etmek, Kuran okumak, nasihat etmek, insanlara iyiliği emredip kötülüklerden sakındırmak ve ilim tahsil etmek varken dilimizi keskin bir kılıç gibi kullanarak onulmaz yaralar açmak iki cihanda hüsrana uğratır. Ayrıca dünyada malını, ahirette de sevap ve sermayesini kaybeden bir müflis konumuna düşürür.  Zira Ebû Hüreyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.s): “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu. Ashâb: Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir, dediler. Resûlullah (s.a.s): “Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekât sevabıyla gelip, fakat şuna sövüp, buna zina isnâd ve iftirası yapıp, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp, bu sebeple iyiliklerinin sevabı şuna buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir” buyurdular. (Müslim, Birr 59).

Rabbim kendisine layık bir kul, Habibine layık bir ümmet eylesin. Nefsimizi ve neslimizi yalan ve iftiralardan muhafaza buyursun.

Cenab-ı Allah’ın bize bahşettiği büyük nimet olan dil emanetine riayet etme temenniyle…

Selam ve dua ile…