Faizin Arapça’daki karşılığı “ribâ” olup sözlükte, “herhangi bir şeydeki artışı ve fazlalığı” ifade eder. Terim olarak ise ribâ, “borç verilen bir parayı belli bir süre sonunda belirli bir fazlalıkla veya herhangi bir borç ilişkisi ile doğan ve süresinde ödenmeyen bir alacak için ek vade tanıyıp vade sonunda bu alacağı fazlalıkla geri almanın, yine bu şekilde alınan fazlalığın” genel adıdır.

İslâm’ın ortaya çıktığı VII. Yüzyıl Arap toplumunda da faiz bütün çeşitle­riyle biliniyor ve uygulanıyordu. Bu yüzden sermaye belli kesimin elinde yoğunlaşmış, gittikçe katlanan faiz borcunu ödeyemeyen kimseler veya bunların çocukları köle olarak satılmaya başlanmış, sonuç itibariyle az bir kesim büyük çıkar sağlamasına karşı geniş halk kesimi perişan olmuştu. Kur’an bu yaygın âdeti aşamalı bir akış içerisinde, gerekli önlemleri alarak ve bu uygulamanın yerini tutacak kurumları da göstererek yasaklamış, Hz. Peygamber (sav) de devrinde bilinen ve yapılan faizli ticarî işlemlerin faizden arındırılmasına kılavuzluk etmiş, bu konudaki emir ve yasaklarıyla, belli ölçü ve ilkeleri çıkarmaya elverişli bir uygulamayı başlatmıştır.

  Kur’an’da ribâ meselesi dört yerde ele alınmış ve ribâ yasağı içki yasağında olduğu gibi aşamalı yöntem izlenerek dört aşamada ortaya konmuştur.

Bu konuda ilk âyet Mekke döneminde inen Rum sûresinin 39. Ayetidir:

“İnsanların malla­rında artış olsun diye verdiğiniz faiz Allah katında artmaz. Fakat Allah’ın rızâsını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte onu verenler (sevaplarını ve mallarını) kat kat arttıranlardır.”

Bu âyet faizi açıkça yasaklamamakla birlikte Allah katında çirkin görüldüğüne ve bereketsizliğine değinerek onu dolaylı olarak reddetmekte, müminlere bu yönde uyarıda bulunmaktadır.

“Ey iman edenler, kat kat faiz yemeyin. Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.” (Ali İmran 130).

Bu ayette faiz açıkça yasaklanmıştır. Tabii ki Kur’an’ın bu üslûbu, ilk planda Mekke’de yaygın olan bileşik faizli borç işlemlerini kapsıyor gözüküyorsa da âyetteki “kat kat” ifadesi, sadece katlarınca faizin helâl olduğu anlamında olmayıp o günkü olguyu açıklamak için gelmiştir.

Bakara Sûresinin 275-279. Âyetlerinde şöyle buyurulur:

“Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların “Alım-satım tıpkı faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alım-satımı helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah’a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar.  Allah faizi tüketir (Faiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez. İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler. Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı terk edin. Şayet (faiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız, Allah ve Resûlü tarafından (faizcilere karşı) açılan savaştan haberiniz olsun. Eğer tevbe edip vazgeçerseniz, sermayeniz sizindir; ne haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.”

Faizin Kötülüğünü   İbnu Mes’ud (ra) şöyle anlatıyor: “Rasulullah ribâyı (fâizi) yiyene de, yedirene de şâhitlik edenlere de bu muâmeleyi yazana da lânet etti.” (İbn Mace-Tirmizi).

Rasulullah bir gün buyurdu ki, “Yedi helâk edici şeyden kaçınınız.” Sahabe, “Ey Allah’ın Rasulü! Onlar nedir?” diye sordular. Rasulullah şöyle buyurdu: “Bunlar; Allah’a ortak koşmak, sihir yapmak, haksız yere adam öldürmek, yetim malı yemek, faiz yemek, savaştan kaçmak, iffetli ve imanlı bir kadına zina iftirasında bulunmaktır.” (Buhari, Muslim).

   Rasûlullah (sav) buyurdu ki “(Mi’raca) götürüldüğüm gece, karınları odalar gibi (büyük) olan bir kavmin üzerine vardım. Bunların karınlarında dışardan gö­rülen yılanlar vardı. Ben: Bunlar kimlerdir? Yâ Cebrail! diye sor­dum. Cebrail dedi ki: Bunlar faiz yiyicileridir.” (İbn Mace).

Faizin Çeşitleri

Nesie (deyn) ribası: Nesie kelimesi sözlükte; veresiye alışveriş, geriye bırakılmış borç anlamındadır. Nesie ribası standart şeylerin veresiye satışından doğan biri riba çeşididir. Borç vadesinde ödenmeyince yeni anlaşmalarla faiz ilave edilir. Kur’an-ı Kerim’de bu çeşit ribaya işaret edilerek, yasak hükmü getirilmiştir: “Ey iman edenler gerçek mü’minler iseniz Allah’tan korkun, faizden henüz alınmamış olup da kalanını bırakın.” (el- Bakara, 2/278-279).

Fazlalık ribası (ribel-fadl): Bu, hadîs-i şeriflerde yer alan ribâ çeşidi olup, mislî tür malı, misliyle, iki ivazdan (bedelden) birisini diğerimiz üzerine ziyadeyle satmaktır. Meselâ bir ölçek buğdayı, iki ölçek buğdayla peşin veya vadeli olarak trampa etmek gibi…

Ubâde b. Es-Sâmit’ten Hz. Peygamber’in şöyle dediği nakledilmiştir: “Altın altınla, gümüş gümüşle, buğday buğdayla, arpa arpayla, hurma hurmayla ve tuz tuzla misli misline, birbirine eşit ve peşin olarak trampa edilirler. Ama bunların cinsleri ayrı olursa peşin olmak şartıyla, istediğiniz gibi satış yapınız.”

İslâm hukukçularının çoğunluğu bu hadiste sayılan altı maddeyi “örnek kabilinden” sayarken, yalnız Zâhirîler, yasak hükmünün sadece bu altı maddeye ait olduğunu söylemişlerdir. Buna bağlı olarak ribanın illeti de tartışılmıştır.

Hanefilere göre, faizin illeti mislî mallarda cins ve miktar birliğidir. Ölçü ile alınıp satılan şeylerde cins ve ölçü birliği, tartı ile alınıp satılan şeylerde ise cins ve tartı birliği ortak niteliktir. Bu duruma göre faizin hükmü, yalnız hadiste zikredilen altı maddeye değil, ortak özelliğe sahip olan tüm maddelere uygulanır. Bir hadiste şöyle buyurulur: “Faiz ancak altında veya gümüşte yahut ölçülen veya tartılan ya da yenilen veya içilen Şeylerde cereyan eder.” (İmam Mâlik, el-Muvatta’, Büyü’, 44; Zeylaî, Nasbu’r-Râye, V, 36-37).

Nesîe (veresiye satış) ribasının illeti ise vadedir. Mislî olan şeylerin aynı cinsle veya değişik cinsteki şeylerle vadeli mübâdelesinde bu çeşit riba gerçekleşir. Ancak vadenin bağlayıcı olmadığı karz-ı hasen ve nakit para karşılığı veresiye satışlarla selem akdi, toplumun bu muamelelere ihtiyacı nedeniyle özel nass (âyet-hadis) larla meşrû kılınmıştır. Şâfiî hukukçulara göre, altın ve gümüşte ribâ illeti para olma (semenlik) özelliği, hadiste sayılan diğer dört maddede ise illet “yiyecek maddesi” olmalarıdır.