İnanma duygusu, insanın temel özelliklerinden biridir. Değerler sistemi oluşturma ve bunu bir iman kaynağına bağlanarak yapma bütün insanlar için ruhi/psikolojik ve içtimai/sosyolojik bir gerekliliktir. Çünkü inanan ve böylece diğer canlılardan ayrılan insanın bu niteliği fıtrîdir/doğuştandır. İnsanlık tarihi ve bilimsel araştırmalar dinin insanla birlikte var olduğunu, dinsiz bir toplumun ve inançsız bir insanın olamayacağını göstermektedir.
Bir hadis-i Şerif’te insandaki inanma ihtiyacının fitrî olduğu ve her doğan insanın bu niteliğe sahip olarak yaratıldığı belirtilmektedir (Buhârî, “Cenâʾiz”, 80, 93).
İlâhî din geleneğinde de insan yaratıcısını bilip tanımak ve O’na kulluk etmek için yaratılmıştır (Ez-Zâriyât 51/56).
İnsanın yaratılış gayesi olan kulluk, aklın Allah’ı tanıması, bilmesi, iradenin de O’na yönelip bağlanmasıyla gerçekleşmektedir. Allah bu hususta da kuluna yardımcı olmuş, ondaki bu fıtrî/doğuştan gelen his ve şuuru ilâhî vahiy ile yönlendirip geliştirmiş, onu başıboş bırakmamıştır (el-Kıyâme 75/36). En güzel bir kıvamda yaratılan insanın (et-Tîn 95/4) yaratılışına yaraşır bir şekilde yaşaması için ona yol gösterecek kılavuzlar ve uyulacak prensipler göndererek rehberlik etmiştir ki bu prensipler bütününe “hak din/İslam” adı verilmektedir (et-Tevbe 9/29, 33; el-Feth 48/28; es-Saf 61/9).
İslam’da Müslüman/mü’min olmanın ilk şartı iman etmektir. İman ise, Peygamberi ve onun Allah'tan alıp din adına tebliğ ettiği kesinlik kazanan hususlarda tasdik etmek ve ona inanmaktır.
Müslüman/Mü’min ise inancının gereğini tam bir teslimiyetle yerine getiren kişidir. İslam'da inanmak ve inanılan şeyi yapmak esas olduğundan imanla amelin birlikte bulunması gereğine büyük önem verilmiştir. İmanın gerektirdiği ameller ve davranışlar ise Kur’an-ı Kerim’de amel-i salih diye adlandırılmıştır. Salih ameller dinin yapılmasını emir veya tavsiye ettiği; iyi, doğru, faydalı ve sevap kazanmaya vesile olan işlerdir.
İslam’da iman amel bütünlüğü önemlidir. Çünkü İslam, sadece itikadi esaslardan ibaret bir din değildir, ibadet hayatı ile birlikte bütün hayatı kuşatıcı değerler manzumesi getiren bir dindir. Aynı zamanda, varlığına inandığımız Rabbimize karşı duyduğumuz kalbî bağlılık ve teslimiyet duygusu ile bu imanın gerektirdiği davranışları/ibadetleri yerine getirmektir.
Kur'an'da amel-i salihin imandan sonra (Bakara 2/62 - 82, Nisa 4/124, Araf 7/42, İbrahim 14/23, Kehf 18/30 - 107, Ta-Ha 20/82 Hac 22/56, Ankebut 29/7, Sebe' 34/37, Fussilet 41/8Casiye 45/30, Teğabün 64/9, Asr 103/3,) zikredilmesi amelle imanın birlikte bulunmalarının gereğine işaret eder. Mesela söz konusu ayetlerden Nisa, 124. ayetinde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır; ‘‘Erkek olsun, kadın olsun her kim iman etmiş olarak dünya ve âhiret için amel-i salih/yararlı iyi işler yaparsa işte onlar da cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.’’ İslam, inanılan ve düşünülen her türlü iyi, güzel ve faydalı işin uygulama alanına konulmasını ısrarla ister. Gönlümüzde parlatmış olduğumuz iman ışığının hiç sönmeyerek daima yanması için ibadet ve güzel davranışlarla takviye edilmesi gerekir. Çünkü insan; inanılması esas olanları tasdik edip ibadet ve yararlı davranışlarda bulunmazsa kalben onlara olan bağlılığı da yavaş yavaş zayıflamaya ve sönmeye başlar. Dolayısıyla iman ile iyi ve yararlı davranışlar birbirini besler ve destekler.
Kulunu en güzel şekilde yaratmış olan Allah (c.c.) kainattaki her şeyi onun hizmetine sunmuştur. Yeryüzünde halife sıfatıyla var ettiği insanı aklını kullanma, düşünme, tefekkür etme ve irade hürriyeti gibi hiçbir varlığa bahşedilmeyen üstün kabiliyetlerle donatmıştır.
Bütün bu özellikleri verdiği insandan sadece kendisine kulluk etmesini istemiştir. (Ez-Zâriyât 51/56)
Cenab'ı Hakk'a kulluk/itaat, seçme özgürlüğünü kullanarak isteğe bağlı biçimde Yüce Yaratıcı'nın iradesine uymaktır. Nefsinin istek ve arzularını terk edip, Allah'ın istediği doğrultuda yaşamaktır.
Aynı zamanda İbadet/kulluk; Aciz ve muhtaç olan kulun Rabbi ile iletişim kurabilmesi ve her şeyi yoktan var eden Yüce Yaratıcı’sına aracısız bir şekilde halini arz ve ifade etmesidir.
İslam, her kulun en azından farzlar noktasında ibadet şuuru taşımasını ister. Bunun için Allah Rasulu (s.a.v.): "İslâm; Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt'i hac etmendir." şeklinde asgari düzeyde tanımlayarak, İslam’ın beş temel üzere bina edildiğini belirtmiştir.
Allah Rasulu'nun - belki de - bu hadiste dikkatlerimizi çektiği en önemli husus, dört temel biçimsel ibadetin "İman" esası üzerine inşa edilmiş olmasıdır. Yani beden ile yapılan bu ibadetler gönülden imanla anlamlıdır. İmandan yoksun olarak yapılan ibadetlerin şekli hareketlerden öteye bir anlamı yoktur.
Bu bağlamda ibadet, imanla anlam kazanırken, iman da ibadetle hayata aksetmekte ve güçlenmektedir. Bu çerçevede kulun imanını muhafaza etmesi ve yaşamına aktarması için ibadete devam etmesi gerekir. Kur’an-ı Kerim’de doğru yolu bulanların doğruluklarının artması, sürdürülür iyi davranışlara bağlanmıştır. (Meryem 19/76). Efendimiz de (s.a.v.) ‘‘Allah katında amellerin en sevimlisi, az da olsa devamlı olanıdır...’’ sözünü birçok kez tekrar etmiştir.
Unutulmamalıdır ki, her konuda olduğu gibi kullukta da ölçümüz, örneğimiz; Sevgili Peygamberimiz ve O'nun yaşam biçimi olan sünnetidir. İman ile kalben Allah'a bağlanan ve O'nun peygamberini takip ederek bu imanını ibadetle koruma altına alan kullar için Yüce Rabbimiz Bakara 82.ayette "İman edip hayırlı işler yapanlara gelince, onlar cennetliktirler ve orada ebedi kalacaklardır" müjdesini vermiştir.
İmanla hayatına anlam katan, karanlıklardan aydınlığa çıkan kul, ibadetlerle Yüce Yaratıcı'ya ta’zimini, muhabbetini ve itaatini gösterir. İman ve ibadet bir vücutta birleşince, artık o kişinin bedeninden veya aklından Allah'ın hoşuna gitmeyecek davranışlarda vaki olamaz.
Yüce Allah sadece inanmamızı değil, aynı zamanda ibadet/itaat etmemizi de ister. (Muhammed, 47/33)
İslam bir bütün olarak değerlendirildiğinde, dinin nazari/teorik yönü olan inanç ile
tatbiki/pratik yönü olan amelin bir birinden ayrılmazlığı açıkça görülür. Çünkü amel imanın göstergesi, iman ise ibadetin dayanağı ve temelidir. Pratiğe yansımayan bir iman, inançsızlık değilse de, inanca karşı açık bir kayıtsızlıktır. Daha da ötesi tutarsızlıktır. Çünkü tutarlılık, kişinin inandığı gibi yaşamasıdır.