Allah-u Teâla, bize armağan ettiği bu dünyanın üzerinde ve derinliklerinde herkese yetecek kadar nimetler ihsan etmiştir. Her ferdin ve canlının, nimetlerle donatılmış bu sofradan nasibini almaya ve aramaya hakkı vardır. Nasibi arayan ve kovalayan herkes Allah’ın takdir ettiği oranda rızkına nail olur ki bu rızkı Allah-u Teâla her canlıya vermeyi üstüne almıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur: “Yerde rızkı Allah'a ait olmayan hiçbir debelenen yoktur.” (Hud, 11/6).
Allah’ın yeryüzündeki halifesi konumunda olan insan, bilgi, kültür, çalışma, emek eylemi sonucunda sözü edilen bu rızkı kaynaklardan çıkararak kazanma yoluna gitmelidir. Çünkü yüce dinimiz İslam, insanlara mutlu bir hayat yaşamaları için rızıklarının peşinden gitmeyi de diğer bir takım emirler gibi müntesiplerine emretmiştir. İslam’da emek sarf edilerek mal kazanma, kişinin kimseye muhtaç olmadan hayatını sürdürebilmesi, çoluk çocuğunun nafakasını temin etmesi maksadıyla meşru yoldan çalışıp kazanması ibadet ve kutsal bir davranış olarak nitelendirilmiştir. İslam dininde, aslı ve tabii kazanç yolu emektir, alın teridir. Sevgili Peygamberimiz emeğin kutsallığına işaret eden veciz bir sözünde şöyle buyurmaktadır: “Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir şey yemiş değildir.” (Buhari, Bûyû, 15). Yine kendisine en temiz kazancın ne olduğu sorulduğunda, “Kişinin kendi elinin emeği, bir de dürüst ticaretin kazancı.” (Müsned, IV, 141) cevabını vermiştir. Hatta Peygamber efendimiz emek sarf edilerek, alın teri akıtılarak, harama bulaşmadan yapılan ticaretin rızkın onda dokuzu olarak telakki etmiştir.
Emeğe ve alın terine büyük önem verip teşvik eden Resul-u Ekrem efendimiz bu emeği veren insanı da Allah’ın sevdiği kullar arasında göstermiştir. Söz konusu bu hadis de buna işaret etmektedir: “Bir defasında Resulullah Tebük dönüşünde Sa’d b. Muaz ile karşılaşıp tokalaşmış, ellerinin nasırlanmış olduğunu görünce bunun sebebini sormuş, o da “Çoluk çocuğumun nafakasını temin için hurma bahçemde çalışıyorum.” cevabını verince, Hz. Peygamber Sa’d b. Muaz’ın elini öpmüş ve “İşte bu eller Allah’ın sevdiği ellerdir.” buyurmuştur. (DİA İlmihali, II, 409).
Bu hadislerde övgüyle sözü edilen çalışmayı, sadece tarlada, bağ ve bahçede bedenen çalışma şeklinde algılamamak lazım. Bu emeği gerek beden gerekse zihin gücüne dayalı olarak sarf edilen her türlü emek ve çalışma şeklinde anlamak gerekir.
İslam helal lokma kazanma uğruna verilen emeği, akıtılan alın terini kutsal olarak kabul etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de: “Erkeklere hak ettiklerinden bir pay vardır. Kadınlara da kendi kazandıklarından bir pay vardır.” (Nisa, 4/32) denilerek emeğin önemi vurgulanmaktadır. Kur’an’ın bir başka ayetinde de: “İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Necm, 53/39) buyrulmuştur. Bu ayette esasen ahirette her kesin dünyada yaptığının karşılığını göreceğini ifade etmekte ise de aynı kuralın dünyevi çalışmalar hakkında da geçerli olduğu sonucu çıkarmak zor olmasa gerek.
Söz konusu bu ayetlerden ve hadislerden anlaşıldığı gibi kişinin yiyeceği ve dolayısıyla aile fertlerine yedireceği en hayırlı ve helal lokma emek ve alın teri ile kazandığı lokmadır. Allah’ın bizden istediği ve rızasına uygun olan kazanç ta budur ki Peygamber efendimiz; “Muhakkak sizden birinizin sırtında odun toplaması, her hangi bir kimseden dilenmesinden hayırlıdır.” (Buhari, Bûyû, 15) demek suretiyle buna işaret etmektedir. Dinimiz emeği, çalışmayı, alın teri akıtmayı kutsal kabul ettiği gibi bunu aynı zamanda ibadet olarak kabul etmiştir.
Nitekim Hz. Peygamber’in de hazır bulunduğu bir yerde güçlü-kuvvetli birisi erkenden kalmış elinde kazma-kürekle çalışıyordu. Ashaptan bazıları: “Ya Resulallah, ne olurdu şu genç burada sohbette bulunsa da Allah yolunda mesai sarf etmiş olsa, dediler. Resulullah bunun üzerine şöyle buyurdu: “Böyle söylemeyin, eğer bu genç insanlara el açmamak, onlardan müstağni olmak, çoluk-çocuğunun nafakasını kazanmak için çalışıyorsa Allah yolundadır. Yaşlı ve zayıf düşmüş anne ve babasına yardımcı olmak, onların ihtiyaçlarını gidermek için çalışıyorsa Allah yolundadır.” (Beyhaki, Sünen, VII, 479).
Sevgili Peygamberimizden nakledilen bu hadis-i şerif İslam’ın ve de İslam peygamberinin emeğe, alın terine, helal lokma ve kazancına ne kadar önem verdiğini; tembelliği, gücü olduğu halde başkalarına muhtaç bir şekilde el açıp dilenmeyi, tasvip etmediğinin en çarpıcı örneklerinden bir tanesidir.
“Ensardan biri Peygambere gelip kendisinden dilendi. Peygamber efendimiz o kişiye: “Evinde bir şey yok mudur? diye sordu. Adam: “Evet bir hasır ve bir de su kabımız vardır. dedi. Resulullah: “Git onları bana getir.” dedi. Onları getirince iki dirheme satmış. Dirhemleri de adama vererek dedi ki: “Bir dirhemle çocuklarına yiyecek al, diğer dirhemle de bir balta satın al ve bana getir.” Adam baltayı getirince, Hz. Peygamber baltaya bir sap taktıktan sonra adama: “Al götür, onunla odun kes ve sat, geçimini sağla, seni on beş güne kadar görmeyeyim.” buyurdu. Adam da gidip odunculuk yapmaya başladı ve Hz Peygamberin yanına on dirhem kazanmış olarak döndü. Peygamber efendimiz adama, “Bu senin için, yüzünde dilencilik lekesi olduğu halde yanımıza gelmekten daha iyidir.” buyurdular. (İbn Mace, Ticaret, 25).
Buna göre her Müslümana yakışan ve kendisinden beklenen meşru yollardan emek sarf ederek, alın terini akıtarak mal mülk kazanarak geçimini sağlayarak kimseye muhtaç olmamasıdır. Bu durum hem bir ibadet hem de onurlu davranış ve yaşam şeklidir aynı zamanda.
Fakat İslam bu çalışmaya, emeğe, alın terine dayanan kazanıma bir çerçeve koymuş onu da Hz. Peygamber şu hadisinde ifade etmektedir: “Helalinden kazan kimse Allah’ın sevgili kuludur.” (Acluni, Keşfü’l-Hafa, I, 349). Yani Hz. Peygamberin ifadesi ile bu çerçeve helal kazanç ile doldurulacak, haram kazanç ve lokmadan uzak durulacaktır. Çünkü İslam dini, çalışmaya olduğu kadar, helal ve meşru yoldan gelir temin etmeye de büyük önem vermektedir. Nasıl ki mal mülk sahibi olmanın tek yolu çalışmaksa aynı şekilde helal kazancın yegane yolu da yine helal yoldan çalışmaktır.
Gerek Kur’an ayetlerinde gerekse Sevgili Peygamberimizin hadislerinde, inanan insanlar, helal yoldan ve alın teri ile kazanmaları teşvik edilmiş, helal ve temiz olan şeylerden yiyip-içmeleri tavsiye edilmiştir:
“Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yiyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır.” (Bakara, 2/168).
“Ey inananlar, Allâh'ın size helâl kıldığı güzel ve temiz şeyleri harâm etmeyin, sınırı aşmayın. Çünkü Allâh, sınırı aşanları sevmez. Allah'ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin ve kendisine iman etmiş olduğunuz Allah'tan korkun.” (Maide, 5/87-88).
Görüldüğü gibi ayetlerde, Allah’ın yaratmış olduğu rızıkların helal ve temiz olanlarından yenilip içilmesi emredilmiş, haram yoldan kazanıp yenilmesi ve şeytana uyulması da yasaklanmıştır.
Hz. Peygamber de Hz. Zekeriya’nın marangoz olduğuna, Hz. Davud’un da el emeğiyle geçindiğine değindikten sonra alın teri helal yoldan rızık temin etmenin kıymetine işaretle şöyle buyurmuştur: “Hiç kimse el emeğiyle kazandığından daha hayırlı bir lokma yememiştir.” (Buhari, Bûyû, 15).
İslam inancında kazanç yolları ayrı ayrı sayılarak aralarında üstünlük ve öncelik sıralaması yapılmayıp konu tamamen kişilerin ve toplumların şart ve imkanlarına, ihtiyaç ve kabiliyetlerine bırakılarak kendi tabii seyri içinde şekillenmesi istenmiştir. Ama ticaret, tarım, zanaat ve benzeri kazanç getiren meslekler hep öne çıkmıştır.
İslam dini meşru çerçevede kalmak koşulu ile rızkın peşine gitmeyi emrettiği gibi amelsiz kazanç demek olan faiz, haksız kazanç temin etmenin başlıca yolları olan hırsızlık, gasp, rüşvet, kumar, ölçü ve tartıda hile haram kılınmış, zina gibi doğrudan haram işleyerek veya içki satımı gibi haramın işlenmesine yardımcı olunarak gelir elde edilmesi yasaklanmış, bu yollardan elde edilen gelir de değersiz ve hukuken korumasız mal kabul edilmiştir.
İslam Peygamberi: “İki günü birbirine eşit olan hüsrandadır.” diyerek İslam’ın çalışmaya, emeğe, kazanmaya verdiği değeri ortaya koymuştur.
Biz müminlere düşen Hz. Peygamberin yolundan giderek hem dünyamız hem de ahiretimiz için emek sarf ederek, alınteri akıtarak, kimseye muhtaç olmamak için rızkımızı aramamızdır. Ama bu rızkımızı ararken daima Allah’ın bildirdiği emir ve yasakları düşünerek helal ve meşru olan kazancı elde etmemiz gerekir. Kendimizi ve ehlimizi haram lokmadan koruyarak Rabbimizin rızasına ve de va’d ettiği cennetine kavuşalım.
Ve şunu unutmayalım kana bulaşan mikrop misali, mala ve bedene bulaşan haram lokma hem malın bereketini götürüp malı zayıflatır, hem de müslümanın imanını zayıflatmak suretiyle vicdansız, vurdumduymaz, hak ve hukuk dinlemeyen asi bir kul haline getirir. Rabbim bizi rızasından edecek olan haram lokmadan ve yanlış davranışlardan muhafaza buyursun.