Hz. Peygamber, yeri geldikçe manası kapalı pek çok kelime ve ayeti açıklıyor, yeri geldikçe de Kur’an’da detaya girilmeden genel olarak işaret edilmekle yetinilmiş birçok konuda ayrıntılı açıklamalar yapıyordu.
Söz gelimi Kur’an’da namaz kılmak emredilmiş olmasına rağmen namazın nasıl kılınacağına değinilmemiş, buna karşın Peygamber Efendimiz. “Namazı benden gördüğünüz gibi kılın buyurarak namazın kılınış şeklini ve vakitlerini ashabına uygulamalı olarak öğretmişti.
Aynı şekilde hac konusunda da, "Hac ibadetinin gereklerini benden öğrenin." buyurarak hacın menasikini de yaşayarak öğretmişti. Bu ve benzer birçok ibadetin uygulanışı sünnetten öğrenilmekteydi. Nitekim Hayber'in fethi esnasında İslamla şereflenen İmran b. Husayn" mescitte oturduğu bir esnada, şefaatle ilgili konuşurlarken adamın biri, "Ey Ebû Nüceyd! Bize Kur'an'da bulunmayan konulardan bahsediyorsunuz!" diyerek onun Kur'an'dan değil de Hz. Peygamber'in sünnetinden bahsetmesinden rahatsız olmuştu. Bunun üzerine İmran öfkelenerek-Sen Kur'an'ı okuyorsun (değil mi?)-Evet.-Akşam namazının üç, yatsı namazının dört, sabah namazının iki, öğle namazının dört, ikindi namazının dört rekât olduğunu Kur'an'da bulabiliyor musun?"
- Hayır- Bu hususları nereden öğrendiniz? Bizden öğrenmediniz mi? Biz de bunları Resûlullah'tan (sav) öğrendik. Siz her kırk dirhem için bir dirhem, şu kadar sürüsü olana şu kadar koyun; şu kadar devesi olana şu kadar deve zekât vereceğine dair Kur'an'da bir hüküm bulabiliyor musun?
-Hayır.-Bu hususları nereden öğrendiniz? Biz onları Resûlullah'tan (sav) öğrendik. Siz de bizden. Yine "Kur'an'da Beyt-i Atik'i tavaf etsinler buyruluyor." Tavafın yedi (sav) olduğunu, Makam-ı ibrahim arkasında iki rekat namaz kılınacağını Kur'an'da bulabiliyor musun? Bu hususları kimden öğreniyorsunuz? Bizden öğrenmiyor musunuz? Biz bunları da Allah'ın Peygamberi'nden (sav) öğrendik." dedi."
Aralarındaki konuşma bu minval üzere devam ettikten sonra adam "Beni ihya ettin, Allah da seni ihya etsin!" diyerek İmran b. Husayn'ın haklı olduğunu kabul etti." Abdullah b. Ömer, kendisine, "Biz Kur'an'da korku namazını ve hazar namazını (barış ve güven zamanında meskün olduğun yerde ki kılınan namazı) bulduğumuz halde, (neden) sefer namazını bulamıyoruz?" diye sorulduğunda, "Biz bir şey bilmezken, Allah bize Muhammed'i gönderdi ve biz de onun ne yaptığını görmüşsek, öyle yapıyoruz" cevabını vermişti."
Sünnete bağlılıkları sayesinde islami kimliklerini koruyabilen Müslümanlar, sünnetten uzaklaştıklarında ise sünnetin tam zıddı olan bid’atlara sapmaktan kurtulamamışlardır. Nitekim Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır: “İşlerin en şerlisi (din konusunda) sonradan ortaya çıkanlardır. Sonradan ortaya çıkan her şey bid’attir. Her bid’at dalalettir. Her dalalet insanı cehenneme götürür. Yine Resûlullah (sav), vefatının yaklaştığı günlerden birinde sabah namazından sonra gözleri yaşartan, kalpleri hüzünlendiren son derece dokunaklı bir konuşma yapmış, ashabdan biri dayanamayarak, “Ey Allah’ın Resulü! Sanki veda konuşması yaptın, bize ne tavsiye edersin?” demişti.
Bunun üzerine Peygamber (sav) şu tavsiyelerde bulunmuştu “Size Allah’a karşı sorumluluk bilincinde olmayı ve Habeşli bir köle de olsa (başınızdaki idareciyi) dinleyip itaat etmeyi tavsiye ederim. Çünkü benden sonra yaşayacak olanlarınız çok ihtilaflar görecekler. Sonradan çıkarılmış (aslı olmayan) şeylerden ise sakının! Çünkü sonradan çıkarılmış her şey bid’attir. Siz den kim bu dönemlere ulaşırsa, benim sünnetime ve doğru yolu bulan, hidayete erdirilmiş halifelerin sünnetine sarılsın! Bunlara azı dişlerinizle tuttuğunuz gibi sımsıkı) sarılın. Dün olduğu gibi bugün de bid’atlere, sapmaya, yozlaşmaya ve bozulmaya karşı İslam ümmetini koruyacak olan şey sünnete sımsıkı sarılmaktır Nitekim Peygamber Efendimiz bu hususta ümmetini şöyle uyarmıştır: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmayacaksınız. Onlarda “Allah’ın Kitabi ve Peygamberinin sünneti”dir.