Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: “De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır. Sonra görünmeyeni ve görünen ve alemi de bilen Allah’a döndürüleceksiniz, o size yaptıklarınızı haber verecektir.” (1)
Ölüm, her canlı için mukadder bir sonuçtur. Kaçmakla ondan kurtulmak mümkün değildir. Bununla beraber ölümü temenni etmek de tavsiye edilmemiştir. Peygamberimiz buyuruyor: ''Sakın sizden hiçbiriniz ölümü temenni etmesin. Çünkü o, hayır ve iyilik sahibi ise, yaşayıp iyiliğini artırması (ve Allah katındaki derecesini yükseltmesi) umulur. Eğer günahkâr bir kişi ise günün birinde tövbe ederek Allah'ın rızasını dilemesi bek1enir.''(2)
Mü’minin görevi ölümü hatırlamak ve ona hazırlıklı olmaktır. Ölüme hazırlanmak demek, her işini dürüst ve ölçülü yaparak ölüm sonrası Allah'a verilecek hesaba hazırlanmaktır. Bu da ancak Allah'ın emirlerine uymak ve yasaklarından sakınmakla mümkündür.
Yüce dinimiz, ölen bir din kardeşimizin hastalığından itibaren mezara konuncaya kadar ona karşı bize birtakım görevler vermiştir. Bu görevlerimizi hatırlatan bir hadisi şerifte Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: ''Müslümanın Müslüman üzerinde beş hakkı vardır: Selamı almak, hastayı ziyaret etmek, cenazeyi takip etmek, davete icabet etmek ve aksırana Allah merhamet etsin demektir.''(3) Zamanımız yetmeyeceği için, Müslümanın Müslüman üzerindeki bu beş hakkından sadece ikisi üzerinde duracağız. Bunlar, hastayı ziyaret etmek ve cenazeyi takip etmektir.
Hastayı Ziyaret Etmek
Yüce dinimiz sosyal yardımlaşmaya büyük önem vermiş, İslâm’ın beş şartından birini buna tahsis etmiştir. Hasta ziyareti de bu sosyal yardımlaşmanın bir şubesidir. Peygamberimiz buyuruyor: ''Allah Teâlâ kıyamet gününde şöyle buyuracak:
-Ey Âdem oğlu, hastalandım da beni ziyaret etmedin, Kul:
- (Aman ya Rabbi!) Ben seni nasıl ziyaret edebilirdim ki, Sen âlemlerin Rabbisin, diyecek. Allah Teâlâ:
-Filan kulum hastalandı da sen onu ziyaret etmedin. Onu ziyaret etseydin beni onun yanında bulurdun, buyurur.
-Ey Âdem oğlu, acıktım da beni doyurmadın, buyuracak. Adem oğlu, diyecek ki:-(Aman Allah'ım!) Ben seni nasıl doyurabilirdim ki, Sen alemlerin Rabbisin. Allah Teâlâ:
- Bilesin ki, kulum senden yiyecek istedi de vermedin. Eğer ona yiyecek vereydin onu benim yanımda bulurdun, buyuracak.
-Ey kulum, senden su istedim de vermedin.
- (Aman ya Rabbim!) Sana nasıl verebilirdim ki, Sen âlemlerin Rabbisin. Allah Teâlâ buyuracak ki:
- Filan kulum senden su istedi de vermedin: Bilesin ki, eğer ona verseydin onu yanımda bulurdun.''(4) Peygamberimiz hastaları ziyaret eder, onların hatırını sorar ve şifa bulmaları için dua ederdi. Hatta bu konuda ayırım yapmaz Müslüman olmayanları da ziyaret ederdi. Enes (r.a.) şöyle demiştir: ''Bir Yahudi çocuğu Peygamberimizin hizmetinde bulunuyordu. Günün birinde hastalandı. Peygamberimiz onu ziyaret edip başucunda oturdu. Çocuğa: Müslüman ol, dedi. Çocuk babasına baktı. Babası:
- Ebû’l-Kasım'a itaat et, dedi. Çocuk da Müslüman oldu. Bundan memnun kalan Peygamberimiz:
-Bu genci cehennemden kurtaran Allah'a hamdolsun, diyerek çocuğun yanından ayrıldı. (5) Peygamberimiz buyuruyor: “Bir müslüman, hasta bir müslüman kardeşini ziyaret ettiğinde ziyaretinden dönünceye kadar geçen vakti, cennet hurfesi toplamakla geçirir.'' buyurdu. Sordular:
-Ey Allah'ın Resûlü, cennet hurfesi nedir? Peygamberimiz: “Zamanı geldiğinde ağaçtan toplanan hurmadır.”, buyurdu. (6) Hasta ziyaret edildiğinde Allah'tan şifa, sıhhat ve afiyet dilemek, sabır ve tahammül tavsiye etmek, iyi gördüğünü, iyileşeceğini ve hastalığının günahına keffaret olacağını söylemek, hasta ısrar etmedikçe yanında çok kalmamak ziyaretin adâbındandır.
Cenazeyi İzlemek
Cenazeyi izlemek demek, namazı kılındıktan sonra mezara götürülürken arkasından yürümek demektir. Onu bu ebedî yolculuğunda yalnız bırakmamak ve mezara kadar da olsa ona arkadaşlık yapmaktır. Onunla birlikte mezara gidecek olan, yaptıkları ve öğrendikleridir. Peygamberimiz ne güzel buyurmuş: “Ölüyü (mezara giderken) üç şey takip eder. Bunlardan ikisi geri döner, biri kalır. Onu ailesi, (dost ve yakınları) malı ve yaptıkları takip eder; ailesi ile dostları ve malı geri döner, yaptıkları kalır.'' (7) Cenazeyi takip etme görevi ile birlikte diğer görevlerimizi de hatırlatmakta yarar vardır. Hastada ölüm belirtileri görüldüğünde, eğer zorluk yoksa hasta kıbleye karşı sağ yanı üzere çevirilir. Ayakları Kıble’ye doğru ve başı biraz yükseltilerek arkası üstüne de yatırılabilir. Söyleyeni anlayabilecek durumda olan hastaya başucunda bulunanlardan birisi aralıklarla kelime-i tevhidi telkin eder, yani "Lâilâhe İllallah Muhammedü'r-Resûlüllah" der. Sadece kendisi söyler, hastaya "sen de söyle" demez. Asıl telkin budur. Çünkü Peygamberimiz, "Ölülerinize Lâilâhe İllâllah sözünü telkin ediniz." buyurmuştur. (8) İmam Nevevî (H. 354) ve İbn Hibban (H. 631-676) hadis-i şerifte ki, "Ölülerinize" demek, "ölmek üzere olan hastalarınıza" demektir demişlerdir. İslâm âlimleri bu hadis-i şerife dayanarak ölmek üzere olan hastaya bu telkinin yapılmasında ittifak halindedir. (9) Bu telkin ile onun son sözünün kelime-i tevhid olmasını ve Peygamberimizin müjdesine ermesini sağlamaktır. Çünkü Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Son sözü, ‘Lâilâhe İllallah’ olan kimse cennete girer."(10) Ölüm olayı vukû bulunca gözleri kapanır, çenesi bağlanır, üzerine boylu boyunca bir örtü çekilir ve bundan sonra yapılacak işlere başlanır. Ümmü Seleme (r.a.) şöyle demiştir: Peygamberimiz vefat eden Ebu Seleme (r.a.)’nin yanına girdi. Ebu Seleme'nin gözleri açık kalmıştı. Peygamberimiz gözlerini kapadı, sonra: "Şüphesiz ruh alındığı zaman, göz onun arkasından baka kalır." buyurdu. Ailesinden bazıları çığlık attılar. Bunun üzerine Peygamberimiz: "Kendinize ancak hayır dua edin. Çünkü melekler söylediklerinize âmin derler." buyurdu, sonra da şu duayı yaptı: “Allahım, Ebu Seleme'yi affet, derecesini hidayete erenlere yükselt, arkasında kalanlarını sen koru. Bizi de onu da bağışla. Ey Alemlerin Rabbi, bu ölünün kabrini genişlet ve kendisine orada bir ışık yarat.”(11) Ölüm haberini duyanlar hemen Allah'a sığınırlar, yani "İnna lillâh ve innâ ileyhi raciûn -Biz Allah'ın kullarıyız ve O'na döneceğiz-" derler. Nitekim Allah Teâlâ bunu bize şöyle öğretiyor:
“O sabredenler kendilerine bir bela geldiği zaman “Biz Allah 'ın kullarıyız ve O’na döneceğiz'' derler.” (12)
Peygamberimiz de şöyle buyuruyor: “Bir musibet ve felaketle karşılaşan ve "Biz Allah'ın kullarıyız ve O'na döneceğiz. Allah'ım musîbetim içinde bana ecir ver, kaybettiğimden daha hayırlısını ihsan buyur." diyen hiçbir kul yoktur ki, Allah ona musibeti karşılığında ecir vermesin ve kaybettiğinin yerine daha iyisini lutfetmiş olmasın. (13) Yakınlarını ve sevdiklerini kaybeden insanlar elbette üzülür ve ağlarlar. Bu tabiidir. Dinimiz bunu yasaklamamıştır. Esasen bu insanın elinde de değildir. Dinimizin yasakladığı aşırılıktır; bağırıp çağırmak, saçı ve başı yolmaktır. Nitekim Peygamberimiz: “Her kim ölüleri için avucunu, yanaklarını, yüzünü döver, yakalarını yırtar ve cahiliyet adeti üzere feryad-ü figan eylerse bizden değildir, bizim adetimizin dışındadır."(14) buyurmuştur. Enes (r.a.) anlatıyor: Peygamberimiz oğlu İbrahim'in yanına girdi. İbrahim ruhunu teslim ediyordu. Peygamberimizin gözleri yaşardı. Abdurrahman b. Avf:
-Ey Allah'ın Resûlü, sen de mi ağlıyorsun? deyince, o âlemlere rahmet olan Peygamberimiz:
- “Ey İbn Avf, bu gördüğün şefkat belirtisidir.”, dedi ve devamla: ''Göz yaşarır, kalb üzülür. Biz ancak Rabbimizin razı olacağı sözleri söyleriz. “Ey İbrahim, biz senin aramızdan ayrılmanla kederliyiz.'' buyurdu. (15)
Üsâme b. Zeyd anlatıyor: Peygamberimize kızının ölüm halinde bulunan oğlunu getirdiler. Peygamberimizin gözleri yaşardı. Bunun üzerine Sa'd b. Ubade: Ey Allah'ın Resûlü bu nedir? dedi. Peygamberimiz: “Bu rahmettir. Allah onu sevdiği kullarının kalbine koymuştur. Allah ancak yumuşak kalbli kullarına merhamet eder.” (16) buyurdu ve üzülmenin, ağlamanın tabiî olduğunu söyledi. Ölünün yüzünün açılarak öpülmesinde bir sakınca yoktur. Hz. Aişe (r.a.) diyor ki: Peygamberimiz, Osman İbn Ma’zun (r.a.)’un cenazesinin üzerine kapanarak onu öptü ve ağladı. Hatta gözyaşları mübarek yanakları üzerine aktı. (17) Hz. Ebû Bekir de Peygamberimizin mübarek naşını öpmüştür. Hz. Aişe anlatıyor: ''Peygamberimiz irtihal ettiği zaman Ebû Bekir (r.a.) Sünüh Mahallesi’ndeki evinde idi. Ata binip mescide geldi. Atından inip mescide girdiğinde kimseye bir şey söylemeden doğruca benim odama girdi. Hemen Peygamberimize yaklaştı. Peygamberimizin mübarek yüzü bir bürde-i yemani ile örtülü idi. Yüzünden örtüyü kaldırdı, sonra üzerine kapandı ve iki gözü arasını saygı ile öptü ve ağlamaya başladı. Daha sonra da ''Ey Allah'ın Peygamberi, babam anam sana feda olsun. Allah Teâlâ sana bu ölüm şiddetinden başka ikinci bir keder vermeyecektir. Muhakkak olan bu ölüm geçidini ise atlatmış bulunuyorsunuz'' diye yas tuttu. (18)
Ölününün yıkanması.
Bundan sonra ölü yıkanır. Kefenlenir ve namazı kılınır. Ölü yıkanıp kefenlendikten sonra varsa borçları ödenir. Peygamberimiz buyuruyor: ''Mü’minin ruhu, borcu ödeninceye kadar ona bağlı kalır.''(19) Böylece borçtan kurtulmuş olarak ahirete intikali sağlanmış olur. Namazı kılındıktan sonra defnedilmek üzere mezara götürülür. Bu da müslümanlar üzerinde ölünün son bir hakkıdır. Peygamberimiz buyuruyor: “Bir kimse faziletine inanarak Allah'ın sevabını umarak müslümanın cenazesini izler ve namazı kılınıp defnedilinceye kadar beklerse, her biri Uhut Dağı kadar olan iki kırat sevapla döner. Bir kimse cenazenin namazını kılıp defnolunmazdan evvel ayrılırsa, bir kırat sevapla döner.''(20) Hadiste geçen iki kırat, bir kırat sevap, çokluktan kinayedir. Yalnız namazını kılıp ayrılan kimsenin alacağı sevap, namazını kıldıktan sonra ayrılmayıp mezara konuncaya kadar bekleyen kimsenin alacağı sevabın yarısıdır. Cenaze defnedildikten sonra mezar başında bulunanlar ölüye dua ederler. Peygamberimiz öyle yapar, bize de böyle yapmamızı öğütlerdi. Osman İbn Affan (r.a.) anlatıyor: Peygamberimiz ölü defnedildikten sonra onun başında durup: ''Kardeşiniz için istiğfar ediniz. Zira o, bu anda sorgulanmaktadır.”(21) buyurmuştur. Bugün cenaze defnedildikten sonra mezar başında yapmakta olduğumuz bazı işler vardır ki, bunların dinimizin emri olup olmadığı hep tartışılmıştır. Bunlar, ölüye karşı görevlerimiz cümlesinden olmamakla beraber, bunlara da temas etmek bilgi bakımından yararlı olacaktır. Yoksa yerleşmiş bir geleneğin değiştirilmesi hemen hemen mümkün değildir. Mezar başında Yasin Sûresi’ni okumak, bu işlerden birisidir. Ölü defnedildikten sonra mezar başında dua etmenin Peygamberimiz tarafından tavsiye edildiği ve bizzat kendilerinin de dua ettiği az önce ifade edilmişti. Ancak Peygamberimizin mezar başında Yasin-i Şerif ve diğer sûrelerden herhangi birini okuduğuna dair güvenilir bir rivayet bulunmamaktadır. Ölülere Yasin Sûresi’nin okunması ile ilgili Makil b. Yesar'ın rivayet ettiği bir hadisi şerif vardır. Bu hadis-i şerifte şöyle buyurulur: ''Yasin Kur'an'ın kalbidir. Allah'ı ve ahiret gününü niyetine alarak hiçbir kimse onu okumaz ki bağışlanmasın. Onu ölülerinize okuyun.''(22) Darekutni (306-385) bu hadisin isnadının zayıf ve metninin meçhul olduğunu ve bu konuda sahih bir hadis bulunmadığını söylemiştir. İmam A'zam Ebû Hanife de bu görüşte olduğu için mezar başında Kur'an okumanın mekruh olduğu görüşündedir. İbn Hibban da sahihinde hadisteki, ''ölüleriniz'' demek, ''ölmek üzere olanlarınız'' demektir, demiş ve Yasin'in ölümden sonra değil, ölmeden önce hastaya okunması görüşünü belirtmiştir. İbn Hibban'ın Ebû’d-Derda ve Ebû Zer'den rivayet ettikleri bir hadiste Peygamberimiz: “Ölmek üzere olan her hangi bir kimsenin yanında Yasin okunacak olursa, Allah ona kolaylık verir.”(23) buyurmuştur.
Bu konu, başkasının yaptığı ibadetin ve hayrın ölüye ulaşıp ulaşmaması ile ilgilidir. Bir insanın ölüleri için yapacağı dua ve hayırdan onların yararlanacağını ifade eden ayet ve hadisler vardır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de:
''Onlardan sonra gelenler derler ki: Ey Rabbımız, bizi ve bizden önce inanan kardeşlerimizi bağışla... ''(24) buyurulmuştur. Az önce de ifade ettik. Peygamberimiz katıldığı bir cenazede: “Kardeşiniz için Allah'tan mağfiret dileyin. Zira o, şu anda sorgulanmaktadır.'' buyurmuş, ölüye dua edilmesini önermiştir. Yine Peygamberimiz: ''İnsan öldüğü vakit ameli kesilir. Yalnız üç şeyden; devam eden sadakadan, faydalanılan ilimden ve kendisine dua eden iyi evlattan kesilmez (amel defterine sevap yazılır.)''(25) buyurmuştur. Bir adam Peygamberimize gelerek: -Ey Allah'ın elçisi, annem ansızın öldü vasıyyet de etmedi. Sanıyorum konuşmuş olsa fakirlere sadaka verirdi. Acaba onun için ben sadaka versem ona ecir olur mu? demiş, Peygamberimiz: “Evet, olur”, buyurmuş. (26) Bunun bir başka canlı delili de cenaze namazıdır, bu namazda ölüye yaptığımız duadır. İşte bu ayet ve hadisler çok açık bir şekilde insanların ölüleri için yapacakları dua, hayır ve iyilikten onların yararlanacağını ifade etmektedir. Ve yine İslâm âlimleri, insanın yaptığı ibadetin sevabını bir ölüye bağışlayabileceğini söylemişlerdir. Ancak bir ücret karşılığı olmayan, Allah rızası için okunan Kur'an'dan ölü yararlanır. Ücret karşılığı okunan Kur'an ibadet olmayacağı için bundan ölüye de bir fayda olmaz. Cenaze defnedildikten sonra yapılmakta olan telkin, az önce ifade ettiğimiz gibi Peygamberimiz, kabirde bir süre kalmış ve orada bulunanlara ölüye dua etmelerini tavsiye etmiş, kendileri de dua etmiştir. Bugün yapmakta olduğumuz telkini Peygamberimizin yaptığına veya yapılmasını tavsiye ettiğine dair sahih bir hadis yoktur. ''Ölülerinize Lâilâhe illâllah sözünü telkin edin'' mealindeki hadis-i şerifin hakikat manası üzerinde olduğunu söyleyenler olmakla beraber, âlimlerin çoğunluğu buradaki ''ölüleriniz'' demek ''ölmek üzere olan hastalarınız'' demek olduğu görüşündedirler. Buna göre bu telkin öldükten sonra değil, ölmeden önce yapılması gereken telkindir ki, son sözünün bu olmasını sağlamak içindir. Hanbeli Mezhebi’nin İmamı olan Ahmet b. Hanbel (H.164-241)’e, cenaze defnedildikten sonra yapılan telkini sorduklarında şöyle demiştir: ''Ebu'l-Muğire vefat edince Şamlılar ona böyle telkin verdiler. Başka hiç kimsenin böyle yaptığını görmedim.''(27) Hanefilerin meşhur fıkıh kitabı olan ''Dürrü’l-Muhtar''ın metninde: “Ölü defnedildikten sonra telkin yapılmaz'' deniliyor. (28) Fakat Hanefilerin çoğuna göre ne yapın denir ne de yapmayın. Çünkü yapılmasında bir zarar yoktur. Şafiîler müstehap olduğunu, Maliki ve Hanbeliler de mekruh olduğunu söylemişlerdir. Bu farklı görüşler, konu hakkında sahih bir hadis olmadığından ve telkin ile ilgili hadisin farklı yorumlanmasındandır. Ölen kimsenin aile fertleri taziye edilir, sabır dilenir ve Cenab-ı Hakk’ın ölüyü bağışlaması için dua edilir. Bu da müstehaptır. Taziye cenaze defnedildikten sonra yapılır. Üç günden sonra taziyede bulunulmaz. Çünkü bu ölü yakınlarının üzüntüsünü yeniler. Ancak orada olmayanlar, geç duyanlar üç günden sonra da taziye edebilirler. Peygamberimiz buyuruyor: ''Başına felaket gelen kimseye ta'ziyede bulunana musibet sahibinin sevabı kadar sevap verilir.''(29) Cenaze evi halkına akraba ve komşuların yemek vermesi müstehaptır. Peygamberimiz, Hz. Cafer şehit olunca: “Cafer ailesine yemek yapın. Çünkü onların başına büyük bir iş geldi.” (30) buyurdu. Fakat cenaze evinin yemek, helva hazırlayıp başkalarına ikram etmesi mekruhtur. Çünkü ziyafet vermek sevinçli zamanlarda meşrûdur. Böylece değerli mü’minler, aramızdan ayrılarak ahirete yolcu ettiğimiz din kardeşimize karşı görevlerimiz özetle bunlardır. Ömrü olanlarımıza Cenab-ı Hak'tan sağlıklı yaşama nasip etmesini, vefat eden kardeşlerimize de rahmet etmesini niyaz ediyorum. Âmin.
1- Cuma, 8.
2- Buhâri, Maraz, 19.
3- Buhâri, Cenâiz, 2; Müslim, Selam, 3.
4- Müslim, Birr, 13.
5- Buhâri, Maraz, 11.
6- Müslim, Birr, 13.
7- Müslim, Zühd, 1.
8- Müslim, Cenaiz, 1; Ebû Davût, Cenaiz, 20; Tirmizi, Cenaiz, 7.
9- Şevkâni, Neylü'l-Evtar, 4/23, 25.
10- Ebû Davût, Cenâiz, 20.
11- Müslim, Cenâiz, 4; Ebû Davût, Cenâiz, 19; İbn Mâce, Cenâiz, 6.
12- Bakara, 156.
13- Müslim, Cenâiz, 2.
14- Buhârî, Cenâiz, 39; Müslim, İman, 44.
15- Buhârî, Cenaiz, 44.
16- Buhârî, Cenaiz, 33; Müslim, Cenâiz, 6.
17- Tirmizi, Cenâiz, 14; Ebû Davût, Cenaiz, 36; İbn Mace, Cenaiz, 7.
18- Buhârî, Cenaiz, 3.
19- Buhâri, Cenaiz, 76; İbn Mâce, Sadâkât, 12.
20- Buhâri, Cenâiz, 59.
21- Ebû Davût, Cenâiz, 72.
22- Ebû Davût, Cenâiz, 24; İbn Mâce, Cenâiz, 4.
23- Bak; Neylü'l-Evtar, 4/25; el-İhtiyar, 4/179.
24- Haşr, 10.
25- Müslim, Vesaya, 3; Ebû Davût, Vesaya, 13.
26- Müslim, Vesaya, 2.
27- Şevkânî, Neylü'l-Evtar, 4/102.
28- Reddü'l-Muhtar ale'd-Dürri'l-Muhtar, 1/797.
29- İbn Mace, Cenaiz, 56; Tirmizi, Cenâiz, 71.
30- Ebû Davût, Cenaiz, 30.