İslam dini geçici dünya hayatından sonra gelen ebedi bir hayatı en temel inanç esaslarından biri olarak kabul etmiştir. Böylece insanın ölüm sonrası endişe ve tedirginliğine dair insana teminat vermiş, güvende olmasını sağlamış ve bu dünya nizamı ile öteki dünya nizamını birleştirmiştir. İnsanın dünya hayatında yaptıklarının ettiklerinin karşılığını bulma görme inancı, onun bütün sahte tutumlardan, bencilliklerden, ihtiraslardan uzak durmasını sağlar.
İnsan fıtratında var olan sonsuzluk arzusunun evrensel bir psikolojik durum olduğunu C.G. Jung şöyle açıklar: “İnsanların büyük çoğunluğu her zaman hayatın devamlılığına inanma ihtiyacı duydular… Hayatın ölümü aştığını düşündüğümüz zaman bu düşüncenin anlamı bizden kaçıp kurtulsa, aklımızla tam olarak ne olduğunu kavrayamasak bile yine de hayatın anlamı içinde hareket ediyoruz. Ölüm ötesi bir hayata inanma, insan için kaçınılmaz, zorlayıcı bir durumdur.” Sağlam ve güçlü bir ahiret inancı olmayan insanlarda malın- servetin, dini hassasiyetleri zayıflatacağı hatta bu durumun git gide dünyevileşmeye neden olabileceği Kur’an-ı Kerim’ de şöyle anlatılmaktadır :
“Mal toplayarak, onu tekrar tekrar sayan, diliyle çekiştirip alay eden kimsenin vay haline! Malının kendisini ölümsüz kılacağını sanır.” (el-Hümeze, 107/ 1-3)
İslam’ a göre dünya hayatını tek hayat olarak görmek küfürdür. Böyle kimseler Kuran’ın ifadesiyle “hayat ancak bizim şu dünya hayatımızdan ibarettir; biz bir daha dirilecek değiliz” (el-Enam 6 / 29; Araf 7 / 51.) derler.
Modern psikoloji bu konuda şöyle diyor: “Ölümle birlikte varlıklarının tamamen ortadan kalkacağına ve bilincin ancak bedenle var olabileceğine inanan kimseler büyük bir bunalım içine düşer.” Ahirete iman, insanı bu bunalımdan çıkarıp bu tür kaygı ve endişelerden kurtarır. Ölümün bir yok oluş değil, gerçek hayat olan “ahiret hayatına” geçiş için bir vesile olması insanın ölümsüzlük arzusuna bir cevap niteliğindedir. Bununla birlikte, öte dünyanın varlığı ve oradaki varoluşun nasıl olacağına ilişkin inanç ve kanaatimiz, bu dünyadaki hayatımızı köklü bir biçimde etkilemektedir. Söz konusu imanın insanı harekete geçiren bir iç dinamik olarak davranışlara yansıması ve imanın bir olgu olarak insanın dış dünyasına etkileri inkâr edilemez bir gerçektir. İnanan insan için ikinci bir hayatın var olması onun için bir teselli kaynağıdır. Çünkü insan dünyada iyilik ile kötülüğün, fazilet ile rezaletin çatıştığını görmekte ve birçok defa kötülük daha güçlü olduğu için iyiliğe galip gelmekte, rezalet fazilete üstün çıkmaktadır. Bu durumda ahirete iman insana direnme gücü vermektedir.
İnsanın hayatta karşılaştığı her türlü musibetin, sıkıntının geçici olduğu, sabredip razı olduğu takdirde mükâfatını göreceği bir öte âlem inancı, bela- musibet ve imtihanlarla başa çıkma gücünü arttırmaktadır. İnsan bir yakınını kaybedebilir, amansız bir hastalığa yakalanabilir, bazen engelli durumuna düşebilir. Böyle durumlar, depresyon, çaresizlik, bunalım ve umutsuzluk gibi çeşitli ruhsal hastalıklara sebep olabilir. Bu gibi beklenmedik ve istenmedik olaylarla karşılaşıldığında dünyanın geçiciliği ve ahiretin varlığı insanın yüreğine su serpmekte ve hayatın devam edebilmesini sağlamaktadır. Yapılan araştırmalar ahirete imanın zor durumlarla başa çıkmada en çok başvurulan dini kaynaklardan biri olduğunu göstermektedir.Formun ÜstüFormun Altı
Allah’a (c.c.) ve ahirete iman eden bir insan, daima sorumluluk bilinciyle hareket eder. Hiçbir şeyin karşılıksız kalmayacağını bilir. Bu bilinçle iyiliklerini artırmaya çalışırken kötülüklerden de uzak durmaya gayret eder. Çünkü bu dünyada yaptıklarıyla kendisine cennetin yollarının açılacağını bilir.
Ahirete iman ile Allah’a (c.c.) iman arasında doğrudan ve son derece güçlü bir bağ vardır. Öldükten sonra dirilip Allah’a (c.c.) hesap vereceğine iman eden bir insan, sevdiği Rabbinin huzuruna günahsız bir şekilde çıkmak ister. Bu yüzden Allah’ın (c.c.) hoşuna gitmeyen söz ve davranışlardan uzak durmaya çalışır. Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmak için bütün söz ve fiillerinde O’nun belirlediği ölçülere uyar.
Dünyanın geçici olduğuna ve asıl yurdun ahiret yurdu olduğuna iman eden biri, bu dünyada yaşadığı zorlukların da Allah’tan (c.c.) olduğunu ve hepsinin bir gün biteceğini bilir.
Bu yüzden umutsuzluğa ve yılgınlığa düşmez, sabırlı ve dirençli olur. Sabrettiği her zorluktan, sıkıntıdan dolayı Allah’ın (c.c.) kendisine sevap yazacağını unutmaz.
Allah (c.c.) adalet sahibidir, hiç kimseye haksızlık yapmaz. Allah’ın (c.c.), hiç kimsenin yaptığını yanına bırakmaması da adaletli oluşunun gereğidir. O, iman edip iyi işler yapanları ödüllendirdiği gibi kötülük yapanlara da yaptıklarının cezasını verir. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar! Allah, gökleri ve yeri, hak ve hikmete uygun olarak, herkese kazandığının karşılığı verilsin diye yaratmıştır. Onlara zulmedilmez.”
Allah (c.c.), hiç kimseye zulmetmeyen, herkese yaptığının karşılığını verendir. Hem burada hem de ahirette kendisine iman edenlere cömertçe davranır, onları bağışlar ve ödüllendirir. İman etmeyenlerden, zulmedenlerden, haksızlık edenlerden ve kötülük yapanlardan da adaletinin gereği olarak bütün yaptıklarının hesabını sorar.
Mehmet FİDAN - Vaiz