Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in amcası Ebû Tâlib’in büyük oğlundan ikincisi!.. Hazreti Ali’in radıyallahu anh yirmi yaş büyük ağabeyi!.. Câhiliye devrinde Kureyş kabilesi arasında anlaşmazlıklarda hakemliğine başvurulan ve kendisine saygı gösterilen dört kişiden biri!...

O, Mekke’de milâdî 580 tarihinde doğdu. İslâm nurunun dünyamızı aydınlattığı günlerde bir genç olarak İslâma yakınlık duydu. Fakat hemen kabul edemedi. Sadece muhabbette kaldı. İnkar eder bir davranışta da bulunmadı. Toplumdaki sosyal durumdan ve Mekke’li müşriklerin Müslümanlara yaptığı işkencelerden çekindi. Düşüncesini açığa vuramadı. Bu sebebten onun İslam’la şereflenişi uzun vakit aldı.

Onun Müslüman olduğu tarih hakkında değişik rivayetler vardır. Bazılarına göre İslâm’ı kabûl edişi, Hudeybiye Antlaşması’ndan önce, bazılarına göre hemen sonra, bir kısmına göre ise Mekke’nin fethinden önce miladi 630 yılında idi.

HAKEMLİĞİNE BAŞVURULAN DÖRT KİŞİDEN BİRİ

Akîl ibni Ebî Tâlib radıyallahu anh Müslüman olduktan sonra Mekke’de kalmayıp hemen Medine’ye hicret etti. Bundan sonraki hayatını Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in huzurunda geçirdi. Mescid-i Nebi’de Efendimiz’den ayrılmadı. Birlikte namaz kıldı ve sohbetlerini dinledi.

O, geniş bir ensâb ilmine ve tarih bilgisine sahibti. Bu özelliği ile Câhiliye devrinde Kureyş kabilesi arasında önemli hizmetlerde bulundu. Kureyş’in kendi aralarındaki anlaşmazlıklarda hakemliğine başvurulan 4 kişiden biri olarak hürmet gördü. (İsâbe, IV, 438-439)

O, Mekke müşriklerinin baskısı altında kaldığı için, Bedir Gazvesi’nde müşrikler safında savaştı. İstemeyerek, zorla onların yanında yer aldı. Sonunda bu savaşta Müslümanlara esir düştü. Kurtuluş fidyesini ödeyecek durumu yoktu. Onun fidyesi, amcası Abbâs ibni Abdülmuttalib tarafından ödendi. Verilen 4000 dirhem fidye ile esaretten kurtuldu.

Akîl ibni Ebî Tâlib radıyallahu anh, Müslüman olmadan önce fakir idi. Hicret ettikten sonra daha da fakirleşti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bu durumu görünce, Hayber seferinden sonra, kendisine yıllık bir maaş bağladı. Başka geliri olmadığından, geçimini yalnız bu maaşla temin etti.

Akîl ibni Ebi Tâlib radıyallahu anh, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’i çok severdi. Her fırsatta Rasûlullah’a olan bağlılığını ve sevgisini göstermeye çalışırdı. İki Cihan Güneşi Efendimiz de onu severdi. Birgün ona şöyle iltifatta bulundu:

“- Yâ Akîl! Ben seni iki cihetten seviyorum. Birincisi, yakın akrabam olduğun için, ikincisi, amcamın seni sevdiğini bildiğim için” buyurdu. (Zehebî, Siyer ü âlâmi’n-nübelâ, I, 218-219; İbn Sa’d, IV, 42-44)

Akîl ibni Ebi Tâlib radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in sünnetine uyma hususunda çok dikkatli ve titiz idi. Çevresindekilere, câhiliyye âdetlerinden ve bid’at sahiplerinden uzak durmalarını tavsiye ederdi. “- Bid’at sahipleri ile birlikte bulunmayınız! Onlarla birlikte yiyip içmeyiniz!” hadisini hatırlatırdı.

PEYGAMBERİMİZİN EVLENENLER İÇİN DUÂSI

Kendisinden nakledilen bir başka hadis-i şerifte de evlenen çiftlere, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in şu şekilde dua ettiğini bildirmişti. Şöyle ki:

Hasan İbni Hasen’den rivayet edildiğine göre Akil İbni Ebi Tâlib radıyallahu anh, Benî Cüşem’den bir kadınla evlenmişti. Onu: “Hayırlı geçimler ve oğullar” dileyerek tebrik ettiler. Fakat o: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yaptığı duayı yapın dedi ve: “Allah size (evliliği) mübarek etsin ve size bereket versin” deyin!” dedi.” (Nesâî, Nikah 73)

Akîl ibni Ebi Tâlib radıyallahu anh ve ailesi ehl-i beytten idi. Bunu Zeyd ibni Erkam radıyallahu anh’ın şu rivayetinden öğrenmekteyiz.

Yezîd İbni Hayyân radıyallahu anh şöyle dedi:

“-Birgün Husayn İbni Sebre ve Amr İbni Müslim ile beraber Zeyd İbni Erkam’ın evine gittik. Yanına oturduğumuzda Husayn İbni Sebre söze başladı ve:

“- Zeyd! Sen pek çok lutfa nâil oldun. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i gördün, sözünü dinledin, onunla birlikte savaşlara katıldın ve arkasında namaz kıldın. Doğrusu büyük saâdete erdin Zeyd. Bize de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den duyduklarını anlat!” diye ricada bulundu. Bunun üzerine Zeyd radıyallahu anh şunları söyledi:

“- Yiğenim! Vallahi çok yaşlandım. Aradan çok zaman geçti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den duyup öğrendiklerimin bir kısmını unuttum. Bu sebeple size anlattıklarımı öğrenin. Anlatmadıklarım hususunda da beni zorlamayın” dedi ve sözlerine şöyle devam etti:

“-Birgün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Mekke ile Medine arasındaki Hum suyu başında ayağa kalkarak bize bir konuşma yaptı. Allah’a hamd ü senâdan sonra bize nasihatlarda bulundu ve şöyle dedi:

“-Ey insanlar! Ben de bir insanım. Yakında Rabbimin elçisi bana da gelecek ve ben onun dâvetine uyup gideceğim. Size iki önemli şey bırakıyorum. Biri, insanı doğruya götüren bir rehber ve nur olan Allah’ın Kitâbı Kur’an’dır. Ona yapışın ve sımsıkı sarılın! Size bir de Ehl-i beyt’imi bırakıyorum. Allah’dan korkun da Ehl-i beyt’ime saygılı davranın! Allah’dan korkun ve Ehl-i beyt’ime saygılı davranın!” buyurdu.

EHL-İ BEYT KİMDİR?

Husayn İbni Sebre: “- Zeyd! Peygamber’in Ehl-i beyt’i kimdir? Hanımları da Ehl-i beyt’inden değil midir?” diye sordu.

Zeyd radıyallahu anh dedi ki: “- Hanımları da Ehl-i beyt’indendir. Fakat onun asıl Ehl-i beyt’i kendisinden sonra da sadaka almaları haram olanlardır.”

Husayn: “- Sadaka almaları haram olanlar kimlerdir?” dedi.

Zeyd: “- Ali’nin ailesi, Akîl’in ailesi, Ca`fer’in ailesi ve Abbas’ın ailesidir” dedi.

Husayn: “- Bunların hepsine sadaka almak haram mıdır?” diye tekrar sordu.

Zeyd İbni Erkam radıyallahu anh: “- Evet!” cevabını verdi. (Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 36)

Akîl ibni Ebi Tâlib radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in en zor şartlarda bile İslâm’ı tebliğden asla vazgeçmediğini yaşadığı bir hatırada şöyle nakleder:

“-Bir gün Kureyş’ten bir gurup, babam Ebû Tâlib’e gelerek derd yanıp şikayette bulundu. Şöyle dediler: “-Şu kardeşinin oğlu bizi meclislerimizde rahatsız ediyor, O’nu bundan nehyet!” diye rica ettiler.

Babam beni çağırdı ve: “-Ey Akîl, git Muhammed’i bana getir!” dedi.

Ben hemen koşup gittim. O’nu, Ebû Tâlib âilesinin evlerinden küçük bir evde buldum. Babamın çağırdığını söyledim. Birlikte öğlen sıcağının en hararetli en şiddetli vaktinde çıktık. O, kızgın kumların yakıcı sıcağı sebebiyle yolda gölge arıyor, gölgeden yürümeye çalışıyordu. Zorlanarak da olsa Ebû Tâlib’in yanına geldi. Babam ona şefkat ve merhametle baktı ve şöyle dedi:

“-Bu amca oğulların senin kendilerini meclislerinde rahatsız ettiğini iddiâ ediyorlar. Artık onlara eziyet verme!” dedi.

Bu sözler karşısında Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem yüzünü semâya çevirip gözlerini yukarı doğru dikti ve amcasının yanında bulunan Kureyşlilere:

“-Şu Güneş’i görüyor musunuz?” diye sordu.

Onlar da: “-Evet” dediler.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onlara gayet vakur bir şekilde:

“-Siz nasıl şu Güneş’ten bir şûle (ateş) almaya güç yetiremiyorsanız, ben de aynı şekilde bu dâveti terketmeye aslâ güç yetiremem!” buyurdu.

Çok açık ve net bir şekilde ve çarpıcı ifadelerle onlara İslâm’ı tebliğ dâvâsından asla vazgeçmiyeceğini duyurdu. Ebû Tâlib yeğeninin bu kararlılığını görünce Kureyşli’lere:

“-Vallâhi kardeşimin oğlu bugüne kadar bize hiç yalan söylemedi. Haydi kalkın gidin! Ona karışmayın diyerek onları uğurladı.” (İbn-i İshâk, s. 136; Hâkim, III, 668/6467; Heysemî, VI, 15)

Akîl ibni Ebî Tâlib radıyallahu anh, Câhiliyye devrine dâir, örf ve âdetler, meşhur günler, hikâye ve destanlar hakkında derin bilgisiyle komşu kabîleler arasında saygı görürdü. Müslüman olduktan sonra, câhiliyye devrine ait âdetleri iyi tanıdığından, neleri terkedeceğini de gayet iyi biliyordu.

HZ. HÜSEYİN'İN (RA) DESTEKÇİSİ OLDU

O, uzun ömürlü, hazır cevap bir zât idi. Yüz küsur sene yaşadı. Yezid ile olan anlaşmazlıkta Hazreti Hüseyin radıyallahu anh’in tarafını tutarak önemli bir davranışta bulundu.

O, Câfer-i Tayyar radıyallahu anh hazretlerinden on, Hazreti Ali radıyallahu anh’den yirmi yaş büyük olup, üçü de aynı anadan kardeşlerdir. Künyesi Ebû Yezid’dir. (İstîâb, III, 1078-1079; İsâbe, IV, 438-439)

Akîl ibni Ebî Tâlib radıyallahu anh, kardeşi Ca’fer ile birlikte Mûte Seferine katıldı. Dönüşünde uzun süren bir hastalığa yakalandı. Bu hastalık sebebiyle daha sonraki savaşlarda bulunamadı. Yalnız Huneyn Gazvesine iştirak ettiği bilinmektedir. Hatta bu gazvede büyük kahramanlıklar sergilediği ve herkesin dağıldığı bir sırada onun Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in yanından ayrılmadığı nakledilmektedir.

Belâgatı ve hazır cevaplılığıyla meşhur olan Akîl ibni Ebî Tâlib radıyallahu anh, Muâviye döneminde veya Yezîd’in halifeliğinin ilk günlerinde 680 milâdî tarihinde vefat etti. (İsâbe, IV, 438-439)

Allah ondan râzı olsun. Rabbimiz şefaatlerine nâil eylesin. Amin.