İslam’sız dünya, insanları bireyselciliğe itiyor ve egoistleştiriyor. Kişi kendinden başkasını düşünemez oluyor. Bütün çarklar menfaat üzerine dönüyor. Keyfekeder çarkını yürüttüğünü zanneden birey, dünyanın geri kalanı telef olsa bile umursamıyor. Dost, akraba ve arkadaşlarından, kolu komşusundan, çevresi ve toplumdan habersiz yaşayan, “açın halinden anlamayan toklar” gittikçe egoistleşip bencilleşiyor.

Egoist tavrın çeşitli fraksiyonları var. Onlardan biri de iktisadi egoizmdir. İktisadi egoizmin zirvesi de, “ben kazanayım da başkasına ne olursa olsun” yaklaşımı olan faizdir.

Faiz; borç verilen bir parayı veya malı belli bir süre sonunda belirli bir fazlalıkla yahut borç ilişkisinden doğan ve süresinde ödenmeyen bir alacağa ek vade tanıyıp, bu süreye karşılık onu fazlalıkla geri almanın veya bu şekilde alınan fazlalığın adıdır.

Faiz ortaya çıktığı andan itibaren başta din adamları olmak üzere filozof ve iktisatçıların inceleme konularından biri olmuştur. Faizi din ve ahlak açısından tahlil eden ilk çağ filozofları Eflatun ve Aristo, faizle iş yapmayı ahlaksızlık görmüşlerdir. Çirkin bir kazanç yolu olarak gördükleri faiz, onlara göre zenginlerle fakirleri karşı karşıya getirerek devletin selametini tehlikeye atabilir. Aristo, paradan faiz geliri elde etmeyi adalete aykırı doğal olmayan bir şey olarak görür.

İbni Hişam, Kâbe’nin yeniden inşa edilmesi sırasında Hazreti Peygamber ile de akrabalığı bulunan Ebû Vehb'in şöyle konuştuğunu yazar: “Ey Kureyş topluluğu!  Kâbe’nin inşasına ancak temiz kazancınızla iştirak edin. Buraya ne zina parası, ne riba (faiz) parası, ne de insanlardan zorla alınmış mal girsin”(es- Sire, 1, 205-206). Bunun üzerine Mekkeliler bu yollarla elde ettikleri kazançlarını kullanmaktan çekinmişler, fakat diğer gelirleri de inşaat için yeterli olmamış ve Kâbe’nin Hicr denilen kısmı binanın dışında kalmıştır. İslam öncesi dönemde de kullanılan faizin Cahiliye Arapları’nın nazarında da çirkin bir kazanç olduğu görülür.

Peki Allah, çok kolay para kazanma yollarından biri olan faizi neden haram kıldı?  O’nun Resulü faizi alanı, vereni, ona şahitlik edeni ve katiplik yapanı neden lanetledi? Faizden gelir elde etmede ne gibi bir kötülük olabilir? İslam'ın egemenliğinde, faizsiz bir dünya bize ne vaat ediyor?

Allah sermayeyi iki yönden kıskaca almış. Sermayenin bir yanından faizi haram kılarak getirisinden mahrum bırakıp, öbür tarafından da zekatı emrederek kişinin gözünün önünde sermayesini eritiyor. Yani 4 milyon sermayesi olan bir kişi, bir yandan faiz geliri elde edemiyor. Diğer yandan da bir yıl sonra, kırkta bir zekat vermek koşuluyla 100 bin lira sermayesini eksiltiyor. Tabiri caiz ise gözünün önünde para kar suyu gibi eriyor. Bu durumda sermaye sahibinin yapması gereken tek şey kalıyor; sermayesini yatırıma dönüştürmek...

 Yatırıma dönüşen sermaye istihdama ihtiyaç duyuyor. İstihdamsa işsizliği yok ediyor. Yani İslâm'ın dünyasında işsizlik sıfırlanıyor. Bugün bütün dünyanın üstesinden gelemediği bir problem, İslam’ın faiz yasağı ve zekat emri ile hallolmuş oluyor. İslam'ın dünyasında sadece birey değil, bütün toplum hep beraber kazanıyor.

Örneklendirecek olursak, 4 milyon lirayla hayvancılık yapmaya karar veren bir yatırımcı en az 10 kişiyi istihdam etmek zorunda. Şayet 4 milyon lira ile tarla ekecek ise yine en az 10 işçi çalıştırmak mecburiyetinde. Bu yatırımlar aynı zamanda bereketli kazançların da neredeyse garantisi oluyor. Hem sermayedar para kazanıyor, hem de yanında çalışanlar aş ve iş sahibi olmuş oluyor. Bu örnekleri bütün iş kolları için çoğaltmak mümkün.

Neredeyse insanlık tarihi boyunca çirkin ve kan emici bir figür olarak görülen faiz, Kur’an ve sünnette de kesin ve net bir şekilde yasaklanmıştır. Şüphesiz faizin yasaklanmasındaki en önemli sebep, onun bir akide taraflardan birinin aleyhine, öbürünün lehine şart kılınan bir fazlalık olmasıdır. Zira İslam dinindeki bütün emir ve yasaklar, fert ve toplumun genel menfaati ile ilgili birtakım hikmet ve amaçlar taşır.

Kuran’da faizle ilgili ayetler dört grupta toplanabilir. Nüzul tarihleri farklı olan bu ayetler, faizin yasaklanmasında içkinin yasaklanması gibi tedrici bir yol takip ederek, faize karşı önce sitemkar ifadelerde bulunmuş, daha sonra açık ve kesin bir ifade ile onu yasaklamış ve faizde ısrar etmenin Allah'a ve resulüne savaş açma olduğunu bildirerek veya faiz uygulamasının farklı yönlerine dikkat çekerek bu yasağı teyit etmiştir.

Faizle ilgili olarak nüzul sırasına göre Kur'an'da ilk yer alan ayetin meali şöyledir: “İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir faiz Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını isteyerek verdiği zekata gelince, bunu yapanlar sevaplarını ve mallarını kat kat arttıranlardır” (er-Rum/39). Faiz yasağını ayrıntılı bir şekilde ele alan ikinci grup ayetlerde ise şöyle buyurulur:  “Faiz yiyenler kabirlerinden şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden ayılışı gibi kalkacaklar... Ey iman edenler! Allah’tan korkun, eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı terk edin. Şayet böyle yapmaz iseniz Allah ve Resulü tarafından açılan savaştan haberiniz olsun” (el- Bakara 275-279). Başka bir ayette şöyle buyurulur: “Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah'tan korkun ki kurtuluşa eresiniz” (Âl-i İmran/130).

Faizle ilgili olarak yukarıdaki ayetlerden daha sonra nazil olduğu tahmin edilen bir başka ayette, kendilerine yasaklandığı halde Yahudilerin faiz aldıklarından ve insanların mallarını haksız yollarla yediklerinden söz edilir (en-Nisa/160-161). Bu ayet faizin önceki dinlerde de yasaklandığını haber vermekte ve dolayısıyla İslâm'daki faiz yasağını bir başka açıdan tekid etmektedir. Konu hadislerde de detaylı bir şekilde anlatılmış, her şartta faizin çirkin olduğuna vurgu yapılmıştır.

Toparlayacak olursak; eski medeniyetlerden tutun bütün semavi dinlere, insanlık tarihi boyunca faiz bir sömürü aracı olarak görülmüştür. Modern iktisat anlayışında da üretimin önündeki en büyük engel ve işsizliği tetikleyen ve büyüten bir figür olduğu bilinmektedir. Bundan dolayı bugün Avrupa'da sıfır veya eksi faizle neredeyse borç verilmeye başlanmıştır. Bu şekilde üretimi artırarak büyümeyi arzu etmektedirler. İnsanlık ve İslam toplumu bu tecrübelerden yola çıkarak faizi hayat tarzından çıkarıp, hem bu dünyada hem de ilahi bir emre tabi olup uyduğu için ahirette saadete ulaşmayı amaçlamalıdır. Zira hakiki saadet ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç yalnız İslâmiyet’tedir. Yani Allah’ın emirlerine tabi olup peygamber efendimizin sünnetine sımsıkı sarılmaktadır.