Lügatte havf; korkmak, çekinmek, sakınmak, endişe etmek anlamında kullanılmaktadır. Ayrıca havf, istenilmeyen bir şeyin başa gelmesi veya sevilen bir şeyin kaybedilmesi endişesi içinde olmaktır. Havf, emniyet ve güven kelimelerinin zıddıdır.(İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab) Allah korkusunun karşılığı olarak, havfullah ve haşyetullah kelimeleri kullanıldığı gibi havf kelimesi de yalnız başına “Allah korkusu” anlamında kullanılmaktadır.
Recâ, ümitsizliğin zıttı olup, ümit anlamındadır; ayrıca bir şeyin olmasını beklemek ve istemek anlamlarına da gelmektedir. Recâ, ummak-ümit etmek anlamlarına geldiği gibi, bir şeyden “korkmak” anlamına da gelir.
Havf ve recâ, tasavvufun bidayetinden itibaren mevcut olan kavramlardır. Havf, recâ ve muhabbet, tasavvufun temellendiği üç sacayağıdır. Bu ayaklardan birisinin olmaması veya eksik olması, tasavvufun dengesini bozar. Kulun içinde bulunduğu hale göre zaman zaman bunlardan birisi öne çıkabilir.
Havf da reca da mü’minin sıfatlarıdır. Bundandır ki, hangisi ruhtan çekilse, küfür tehlikesi belirir. Havf etmeyen insan, isyan yolunu tutar, bu yolun sonunun ise küfre çıkma tehlikesi vardır. Recanın azalması da ümitsizliğe yol açar. Bu da sonu küfre çıkabilecek bir başka yoldur. Mü’min, hem ümit ve hem de korku içinde olmalıdır. Zira Allah hem Gaffar’dır, hem de Kahhar. Bağışlaması da vardır, kahrı ve perişan etmesi de.
Havf ve recâ birbirinin zıddı değil tamamlayıcısıdır. Lügatta recâ, “ümit etmek” anlamına geldiği gibi, bir şeyden “korkmak” anlamına da gelmektedir. Lügat anlamında görüldüğü gibi, recânın içerisinde gizli olarak havf da bulunmaktadır. Recâda Allah’ın affına ulaşma ümidi olduğu gibi, Allah’ın affına ulaşamama korkusu ve endişesi de vardır.
Mekkî, “Recâ, korkanların rahatlama sebebidir. Bundan dolayı Araplar, recâyı havf olarak isimlendirirler. Çünkü havf ve recâ birbirinden uzaklaştırılamayan iki vasıftır.” (Mekkî, Ebû Talib, Kûtü’l-kulûb.) diyerek, korku ile umudun iç içe olduğunu ifade etmiştir.
Tanımlardan ve Mekkî’nin sözünden anlaşılacağı üzere, recânın içerisinde havf da mevcuttur. Recâda, affedilme ümidi kadar, affedilmeme korkusu ve endişesi de vardır. Korkusuz bir af ümidi, rehavete sokarak ibadetlerden uzaklaştırabilir. Recâda, affedilme umudu galip unsurdur, fakat affedilmeme korkusu ve endişesi de göz ardı edilmemesi gereken bir husustur.
Recâsız havfın veya havfsız recânın tam olmayıp eksik kalacağını ve sahibini asla hedefine ulaştıramayacağını Yahya b. Muaz’ın (ö. 258/ 871) şu sözlerinde görmekteyiz: “Kim Allah’a recâsız bir havfla kulluk ederse zikir denizlerinde boğulur. Kim de havfsız bir recâ ile kulluk ederse aldanma çöllerinde yolunu kaybeder. Kim havf ve recâ ile kulluk ederse doğru bir yolda yürümüş olur.” (Mekkî, Kûtü’l-kulûb)
“Havf mı daha üstün yoksa recâ mı?” sorusu batıl bir sorudur. Bu soru, “ekmek mi daha üstün yoksa su mu daha üstün” sorusuna benzer. Eğer bir kimse aç ise, ekmek onun için daha üstündür. Eğer bir kimse susuz ise, su onun için daha üstündür. Eğer kulun ikisine ihtiyacı eşitse, o zaman ikisi de eşittir. Bu tespitinin ardından korku ve ümidin, kalpleri tedavi eden iki ilaç olduğunu söyleyen Gazâlî, bunların hangisinin daha önemli olduğunu şöyle izah etmiştir: Eğer bir kişinin kalbinde Allah’ın azabından veya tuzağından emin olma hastalığı varsa havf daha üstündür (efdaldir). Eğer bir kişinin kalbinde ye’s ve Allah’ın rahmetinden ümit kesme hastalığı varsa recâ o kişi için daha efdaldir. Gazâlî, daha üstün anlamına gelen “efdal” kelimesi yerine, “daha uygun, daha münasip” anlamlarına gelen “eslah” kelimesinin kullanılmasının uygun olacağını belirtmiştir. (Gazâlî, İhya.)
Hz. Ömer, havfta ve recâ konusunda en güzel örnek şahsiyetlerden birisidir. Hz. Peygamber’in en yakın dostlarından biri ve İslam’ın ikinci halifesi olan adalet timsâli Ömer’in cehennem korkusu, cennetle müjdelendiği halde, herkesten daha fazladır. Hz. Peygamber’in, “Ey Ömer! Şeytan, senden korkar.” (Sünenu’t-Tirmizi.) dediği Ömer’den, şeytan da dâhil olmak üzere herkesin korktuğu ve çekindiği malumdur. Görüldüğü gibi Ömer’den korkmayan yok, fakat Ömer kadar korkan da yoktur. Aynı zamanda Ömer kadar ümitvâr olan da yoktur.
Havfla günahlardan uzaklaşan kul, recâ ile istikametini düzelterek İbadetlere ve Allah’a yönelir. Havf, tevbenin sebebi olduğu gibi, tevbe de recânın sebebidir. Günahlardan pişmanlık duyan kul, Allah’ın affına ve rahmetine sığınır ve O’nun bağışlamasından ümitvâr olur.
Havf ve recâ, yani korku ve ümit, müʼminin kalbinde dâimâ bulunması gereken bir kulluk dengesidir. Yani mü’minin kalbinde, Allâh’ın rızâ ve muhabbetinden mahrum kalarak gazabına dûçâr olma korkusuyla; O’nun sonsuz rahmet ve mağfiretine nâil olabilme ümîdi, dâimâ dengeli bir şekilde mevcut olmalıdır. Mü’min, son nefesine kadar bu kalbî âhengi muhafaza etmelidir. Zira Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadîs-i şerîflerde, Cennetʼe bir karış kala ilâhî azâba dûçâr olanlar ve bunun aksine, Cehennemʼe bir karış kala ilâhî rahmete mazhar olanlar haber verilmektedir.
Rabbimiz kalbimizde rahmetine olan ümidimizi ve azabına karşı korkumuzu eksiltmesin. Selam ve dua ile.