İmran Bin Hüseyin, Huzaa kabilesine mensuptur. Hicretin yedinci yılında, Hayber senesinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e biat etti. İslâmla şereflendikten sonra Efendimizin yanından ayrılmadı. Hizmetinde bulunmayı kendine şeref bildi. Sohbetlerini kaçırmadı. Onun huzurunda öğrendiği güzellikleri hayatında yaşamanın mutluluğuna erdi.
İSLÂM'A DAVET
Bir gün İki Cihan Güneşi Efendimizle birlikte otururlarken Temimoğullarından ve Yemen halkından bir gurup geldi. Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz onlara kâinatın yaradılışı ve kıyametin kopmasına dair konularda açıklamalarda bulundu. Onları İslâm'a davet etti. Yemenliler hep birlikte müslüman oldu. İmran Bin Hüseyin (r.a.) bu bilgileri gönlüne nakşetti. Geçici dünyaya önem vermedi. Ebedî hayatı kazanmayı kendine hedef seçti. Geri kalan ömrünü ahiret hedefli bir mü'min olarak tamamladı. Her anını Allah ve Resûlullah ile geçirebilmek için gayret etti. Kendisini Allah'a kulluktan alıkoyacak her türlü meşguliyeti bir kenara bıraktı. Sanki o melekler içinde yaşayan bir melek insandı.
O, İki Cihan Güneşi Efendimizle beraberliği ganimet bildi. Onun hal ve hareketinden kendine dersler çıkardı. Efendimizin Huneyn'deki bir davranışı onu çok etkilemişti.
Huneyn'de müşrikler Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimizin etrafını çevirip kuşatmışlardı. Efendimiz büyük bir cesaretle: "Ben Peygamberim, yalan yok. Ben Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'ın oğluyum." diyerek düşman üzerine yürüdü. Bu cesaret ve kahramanlık karşısında İmran Bin Hüseyin (r.a.) hayretler içinde kaldı. Efendimizin tek başına düşman üzerine yürümesi ona çok tesir etmişti ki; İmran (r.a.) o günü anlatırken Efendimiz hakkında: "O gün ondan daha cesûr ve daha metin kimse görmedim." diye bahsederdi.
PEYGAMBERİMİZİN KIZI FATIMA'YA TAVSİYELERİ
O bir defasında Rasûl-i Ekrem (s.a.) Efendimizle birlikte Hz. Fatıma (r.anha)'yı ziyarete gitti. Efendimizin kızına tavsiyelerini dinledi. Yapılan nasihatları kendine yapılıyormuş gibi kabul etti. Bu duygu onu yüceltti. İlim ve ahlâkta örnek oldu. Ziyaretlerini kendisi şöyle anlatıyor:
Birgün Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimiz bana: "Ya İmran! Sen de bilirsin ki, biz seni çok severiz. Kızım Fâtıma rahatsızmış. Gelmek istersen beraber ziyaretine gidelim." buyurdu. Ben de: "Anam-babam sana fedâ olsun Ya Rasûlâllah!.. Canım kurban sana..." dedim. Beraberce Hz. Fâtıma'nın evine geldik. Efendimiz kapıyı çaldı ve selâm verdi. Fatıma (r.anha) kapıyı açtı, selâmını aldı ve içeri buyur etti. Efendimiz "Kızım, yanımda İmran Bin Hüseyin var" dedi. Hz. Fâtıma (r.anhâ) başının örtüsünü düzeltip içeri girmemize izin verdi. Ben Efendimizin arkasında oturdum. Resûl-i Ekrem (s.a.): "Kızım nasılsın?" diye hatırını sordu. O da: "Babacığım bu gece çok rahatsızdım, sabaha kadar uyuyamadım. Açlıktan da çok bitkinim." dedi. Efendimiz'in gözleri yaşardı. Ona kendi durumundan bahsederek şöyle nasihat etti: "Kızım! Sakın halinden şikâyet etme! Allah'a yemin ederim ki, üç gündür benim de mideme bir lokma ekmek girmedi. Rabbimden istesem beni doyuncaya kadar yedirir. Fakat geçici rızıkları, ebedî rızka fedâ ettim." buyurdu. Sonra Hz. Fâtıma'nın omuzlarını tuttu ve: "Müjdeler olsun ey Fâtıma! Sen Cennet kadınlarının efendisisin."diyerek kızını teselli etti ve ona ebedî hayatı kazanmayı hedef gösterdi.
İmran Bin Hüseyin (r.a.) giyimine kuşamına da pek dikkat ederdi. İki Cihan Güneşi Efendimizin: "Allah Teâlâ bir kuluna nimet verince onu kulunun üzerinde görmek ister." buyurduğunu söylerdi.