İslam dininin çevreye bakış açısı nedir? İslam’a göre çevreyle ilgili sorumluluklarımız nelerdir? Mekan ve çevre temizliği islam dini açısından niçin önemlidir? İslam’da çevre bilinci ve İslam dininin çevrenin korunmasına yönelik verdiği önem.
Cenâb-ı Hak, çevremizdeki her şeyi insanoğlunun istifadesine arzettiğini haber vermektedir. Bunların şükrünü hakkıyla edâ edebilmek için çevremize emanet ve mes’ûliyet şuuru ile yaklaşmamız gerekir. Çevrenin hor kullanılması, tahrip ve israf edilmesi; zararı yine kendimize dönecek olan bir nankörlüktür. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Allah’ın buyruklarını umursamayan şu insanların yaptığı hatalar yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı, nizam bozuldu. Doğru yola ve isabetli tutuma dönsünler diye Allah, yaptıklarının bazı kötü neticelerini onlara tattırır.” (Rûm, 41)
Hâlbuki Cenâb-ı Hak daha önce: “Göğü Allah yükseltti ve mizanı O koydu, sakın dengeyi bozmayınız!”[1] diye emretmişti. Ancak insanlar bunu dinlemediler ve şimdi zararını kendileri çekiyor.
İSLAM’A GÖRE ÇEVREYLE İLGİLİ SORUMLULUKLARIMIZ NELERDİR?
Müslüman, gönlündeki huzuru ve güzelliği tabiata da yansıtarak insanlara, hayvanlara, bitkilere ve hatta cansız varlıklara bile iyi davranır. Hiçbir varlığı incitmemeye dikkat eder. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yanından bir cenâze geçmişti. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Rahata ermiş ya da kendisinden kurtulunmuş” buyurdu. Sahâbîler:
“–Ey Allah’ın Rasûlü, «Rahata ermiş ya da kendisinden kurtulunmuş» ifadesinden kasdınız nedir?” diye sordular. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Mü’min bir kul vefât ettiğinde dünyanın yorgunluğundan ve sıkıntılarından rahatlayıp Allah’ın rahmetine kavuşur. Günahkâr ve kötü biri öldüğünde ise insanlar, beldeler, ağaçlar ve hayvanlar onun şerrinden kurtulup rahata ererler” buyurdu. (Buhârî, Rikâk, 42; Müslim, Cenâiz, 61; Nesâî, Cenaiz, 48; Ahmed, V, 296, 302, 304)
Demek ki cansız zannettiğimiz varlıklarda bile bir şuur vardır. Bunun delillerinden biri de şu rivâyettir:
Abdullâh bin Mes‘ûd -radıyallâhu anh- şöyle der:
“Bir dağ diğerine ismiyle nidâ ederek:
«–Ey filan, bugün sana Allâh -azze ve celle- Hazretleri’ni zikreden bir kişi uğradı mı?» diye sorar. Eğer:
«–Evet, uğradı.» derse buna çok sevinir.
Bu hâdiseyi İbn-i Mes‘ûd’dan rivâyet eden Avn bin Abdullâh şunu ilâve eder:
“–Dağlar yalan yanlış sözleri duyarlar da hayırlı sözleri duymazlar mı?! Onlar hayırlı ve güzel sözleri daha iyi ve daha büyük bir iştiyakla dinlerler. Âyet-i kerimede dağların kötü sözleri işittikleri şöyle haber verilir:
«“Rahmân çocuk edindi” dediler. Hakikaten siz, pek çirkin bir şey ortaya attınız. Bundan dolayı, neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp dağılacak ve yerlere geçecekti! Rahmân’a çocuk isnad ettiler diye... Hâlbuki çocuk edinmek Rahmân’ın şanına yakışmaz. Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, kul olarak Rahmân’a gelecektir.” (Meryem, 88-93) (Beyhakî, Şuab, I, 453; Taberânî, Kebîr, IX, 103)
O hâlde insan, her yerde ve her hâlukârda rahatsız edici söz ve davranışlardan şiddetle kaçınmalıdır. Yaşadığımız şehir, kasaba ve köylerin kırlarını, sularını, havasını ve manzarasını kirletmek, çöp ve pislik atmak insanlık şeref ve haysiyetine yakışmayan bir davranıştır. Hem kendimizi hem de başkalarını düşünmemektir. Hâlbuki müslümanlar, kirlettiği yerlerden başkalarının huzursuz olacağını ve tabiatın güzelliğinin bozulacağını düşünür; yenilen çekirdek, fındık, fıstık kabuklarını, şişe, konserve kutularını, kâğıt, paket artığı gibi kirletici şeyleri caddelere, sokaklara, piknik yerlerine atmamayı, insanları ve hatta hayvanları rahatsız edici davranışlarda bulunmamayı, mü’min olma ve kemâle ermenin bir şartı kabul eder. Zira Peygamber Efendimiz, insanlara eziyet verecek, gelip geçerken rahatsız edecek bir dalın, bir dikenin bile kaldırılmasını, imanın bir şubesi olarak kabul etmiş[2], insanlara eziyet edenleri Allah’ın sevmediğini haber vermiştir. Muâz bin Enes -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
“Ben Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte bir gazveye çıkmıştım. Askerler konak yerlerini daralttılar ve yolu kestiler. Bunun üzerine Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir münâdî göndererek askerler arasında şöyle nidâ ettirdi:
«–Kim bir yeri daraltır veya bir yolu keser (veya bir mü’mine ezâ verirse) onun cihâdı yoktur.»” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 88/2629; Ahmed, III, 441)
Rasûl-i Zîşân Efendimiz burada, lüzumsuz yere yerleri ve yolları daraltmanın, herhangi bir şekilde Allah’ın kullarına eziyet etmenin ne büyük bir hatâ olduğunu îlân etmiş ve böyle davrananların sevaplarını kaybedeceğini bildirmiştir. Bu bakımdan rastgele yerlere çöp atmak, tükürmek, araba park etmek, insanların gelip geçmesini zorlaştıracak malzemeler koymak gibi her türlü eziyet verici davranıştan sakınmak gerekir. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- diğer hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
“…Yol üzerinde namaz kılmaktan ve oralara konaklamaktan sakının! Çünkü oralar yılanların ve yırtıcı hayvanların geçtiği yerlerdir. Yol üstüne abdest bozmaktan da sakının! Zira bu tür davranışlar kişiyi lânete mâruz bırakacak kabalıklardır.” (Ahmed, III, 305, 381. Krş. İbn-i Mâce, Tahâret, 21)
“Lânete mâruz kalacağınız üç şeyi yapmaktan sakının: Pınar başlarına, yol ortasına ve insanların gölgelendiği yerlere abdest bozmayın!” (Ebû Dâvûd, Tahâret, 14/26; İbn-i Mâce, Tahâret, 21; Ahmed, I, 299)
Peygamber Efendimiz’in bu muhteşem tâlimâtında sadece insanın değil tabiattaki bütünlüğün görülüp büyük bir âhenkle muhafaza edildiği, çevre ve yabânî hayatın dahi derin bir incelik ve dikkatle korunduğu görülmektedir.
Müslümanlar, insanlardan başka hayvanları da rahatsız etmedikleri gibi üstelik bir de onlara Allah’ın mahlûku diye hizmet etmişlerdir. Ünlü Fransız yazar Montaigne: “Müslüman Türklerin hayvanlar için bile vakıf ve hastaneler’’ kurduğunu ifade etmiştir. 17. asırda Osmanlı ülkesini gezmiş olan Fransız avukat Guer, Şam’da hastalanan kedilerle köpeklerin tedavisine ait bir hastanenin varlığından söz etmektedir. Bu tür vakıflarla ilgili olarak Prof. Dr. Sibai de şu bilgileri verir:
“Eski vakıf geleneğinde hasta hayvanları tedavi ve otlatma yerleri mevcuttur. Yeşil Mera (şu anda Şam’ın şehir stadı olarak kullanılan saha), çalışma gücünü yitirdiğinden sahiplerinin yem ve bakımından mahrum kalan âciz hayvanların otlanması için zamanında vakfedilmiş bir yerdi. Bu hayvanlar ölünceye kadar orada otlanırdı. Şam Vakıfları arasında, kedilerin yiyip uyuyacağı ve gezineceği yerler de vardı. Öyle ki, her gün yiyeceklerini bulmakta hiçbir güçlük çekmeyen yüzlerce kedi, buranın demirbaşı mesabesinde idi.”