Sözlükte “helal olmayan, yasaklanan şey” anlamına gelen mahremkelimesi, bir fıkıh terimi olarak “kendileriyle evlenilmesi dinen yasaklanmış bulunan belli derecelerdeki akrabayı” ifade etmek için kullanılır.  Aynı kökten gelen Mahremiyet kelimesi de, dilimizde bazen, “akrabaların birbiriyle evlenmesinin dinen yasak kabul edilecek derecede yakın olması”; bazen de “özel hayatın gizliliği” manasında kullanılmaktadır. Mahremiyete, başkası görünce, duyunca, dokununca rahatsız olacağımız hoşumuza gitmeyen her şey ve bunlar için Allah Teâlâ’nın kullara koyduğu sınırlar olduğu söylenebilir.  İslam hukukunda bütün insanlar dil, din, ırk, cinsiyet, makam, mevkii ayrımı olmaksızın mahremiyet /özel hayatın gizliliği hakkına sahiptir. Kişinin özel hayatının kendi rızası olmadan, başkaları tarafından gözetlenmesi, araştırılması ve başkalarıyla paylaşılması kişilik haklarına saldırıdır. Ayrıca bu mahremiyetlerin ihlali öncelikle Allah hakkının sonra kul hakkının ihlalidir.

İslâm hukukunda mahremiyetin kaynağı, kanun koyucu ilâhî iradedir. İnsan ise hak ve sorumlulukları yüklenecek olan ve ilâhî iradenin belirlemiş olduğu mahremiyet sınırlarını korumakla sorumlu olan kişidir. Sorumluluğun ne olduğuna karar verip, bunu mükellefe yükleyen irade ise Yüce Allah ve Hz. Peygamber’dir.  Zira Ruh ve beden, insana emanet olarak verilmiştir. Emanette ise emanetin gerçek sahibinin söz, irade ve tasarrufları geçerli kabul edilir. İnsanın kendi iradesini, daha üstün bir iradenin isteklerine tabi olarak belirlemesi durumunda, mahremiyet ve dokunulmazlıkla ilgili ortak sınırların belirlenmesi kolaylaşır, mahremiyet adına tartışma ve kargaşa yaşanmaz. Aksi halde, üstün iradenin çizdiği mahremiyet ölçülerine göre hareket etmeyen insan, hem kendisine emanet edilen bedenin hakkını vermekten uzak olur, hem de üstün iradeye saygısızlık ettiği ölçüde kusurlarının sonuçlarına müstahak olur. Ayrıca kaynağının kişinin kendisinin olması durumunda, fert sayısı kadar farklı bir mahremiyet algısı oluşur. Toplumda ortak bir mahremiyet anlayışından bahsedilemez. Örneğin, bir kimsenin, “bu mahremiyet ihlâlidir” dediğine, diğeri, “hayır bana göre bu mahremiyet ihlali değildir” diyebilecektir. Durum böyle olunca, kişilerin mahremiyet sorumluluklarından söz edilemeyecektir.               

Mahrem alanlarını ayetlerden yola çıkarak; insanın bedeni (Nûr, 24/30-31), aile içi ilişkileri (Nûr, 24/58-59), gizlice konuştukları (Mücâdele, 58/12) ve başkalarına tevdi ettiği sırları (Tahrim, 66/3) gibi birçok başlık altında zikredilebilir. Fakat burada bütün bunları kapsayacak şekilde kısaca beden, mekân ve bilgi mahremiyeti şeklinde tasnif edebiliriz. Mahremiyet denilince akla ilk gelen hususlardan biri beden mahremiyetidir. İslam, bedeni korumaya yönelik tedbirler alarak, kişileri bunlardan sorumlu tutmuştur. Mesela, bireylerin beden tesettürü hakkında İslamiyet’in yaklaşımı mahremiyet açısından önemlidir. Kişilerin bu noktadaki nihai sınırlarını insanın psikolojik ve fizyolojik yapısına işleyen Allah, bedenlerin örtünmesi noktasında kişileri serbest bırakmamış, gerçek serbestliğin kendi belirlediği beden mahremiyetine riayet edilerek gerçekleşeceğini bildirmiştir. Bedenin mahrem olması Allah‟ın emir ve yasaklarıyla sabit olmakla birlikte hayâ duygusunun da bir gereğidir. Peygamber (s.a.v)’in buyurduğuna göre hayâ duygusu imandan kaynaklanmaktadır. “Her dinin (kendine özgü) bir ahlakı vardır. islam ahlakı(nın özü) hayâdır (İbn Mâce, “Zühd”, 17)buyurmasıyla da bu konunun önemine atıf yapmaktadır.  Örtünme duygusu da hayâ duygusu gibi fıtridir. Nitekim Kur‟ân-ı Kerim‟de “...Kendilerine avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeyebaşladılar. (A‟râf, 7/22.)buyrularak her iki özellik ifade edilmiştir. Örtü ile başkalarının görüşüne, bakışına hatta bilgisine kapatılan ve sahibinin dışında herkesin tasarrufta bulunmasına engel olunan bedenin değerine layık hareket edilmiş olacaktır. Mahremiyetine dikkat etmesi halinde insan, bedenini herkesin tasarrufta bulunabileceği normal bir eşyadan ayırarak dokunulmaz kılmış olmaktadır. Allah Teâlâ kadın erkek herkese örtünme hususunda sorumluluklar yüklemiştir. Nûr Sûresi 30. ayette erkeklerin gözlerini haramdan sakınması, 31. ayette kadınların gözlerini haramdan sakınması ve ziynetlerini korumaları emredilmiştir. Buradaki ziynetlerden maksat bedenin örtülmesi gereken yerlerinin örtülmesidir. “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve  müminlerin kadınlarına söyle: Dış giysilerini üzerlerine bürünsünler. Bu tanınıp rahatsızedilmemeleri için en uygun olanıdır. Allah ziyadesiyle bağışlamakta ve çokesirgemektedir. (Ahzâb, 33/59.)” buyrularak tesettürlerine dikkat etmeleri gerektiği ifade edilmiştir.  İslam âlimlerinin genel kabulüne göre erkeğin göbeği ile diz kapağı arası, kadının ise el, yüz ve ayakları dışında kalan bütün vücudu avret yeri ve örtülmesi gereken yerler olarak belirlenmiştir.  Kadınların hemcinsleri ile olan mahremiyeti ise, erkeklerin birbirleri ile olan mahremiyeti gibidir.

Kur’an, bizlere evlere girerken izin alınması gerektiğini buyurarak mekân mahremiyeti konusundaki en temel ölçüyü koymuştur: “Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi hissettirip (izin alıp) ev sahiplerine selam vermeden girmeyin. Bu davranış sizin için daha hayırlıdır. Düşünüp anlayasınız diye size böyle öğüt veriliyor.” (Nûr, 24/27) Rabbimiz yüce kitabında eğer evde kimse yoksa ya da giriş için izin verilmemişse hemen dönülerek evlere girilmemesini buyurmuştur (Nûr, 24/28). Hz. Peygamber’in bir evin kapısına gelen kişinin içeri girmek için üç kez izin istemesini ve izin verilmediğinde dönülmesini (Buhârî, İsti’zân 13) tavsiye etmesi, yine evin mahremiyetini korumaya matuf bir ölçüdür.  

İslam dini, bilgi mahremiyetini korumaya matuf ilkeleri belirlemiş, bilgilerin gizlice elde edilerek paylaşılmasını yasaklamıştır. Tecessüs, iftira, söz taşıma, gıybet yasağı gibi konular bilgi mahremiyeti kapsamında konulan ilkeleri kapsar. Dinimiz İslam başkalarının özel hâllerinin araştırılmasını yasaklayarak (Hucurât, 49/12) bu konuda mahremiyet ihlallerinin önüne geçmek istemiştir. Peygamberimiz, izin almadan başkasının mektup vs. gibi özel yazısına bakanın ateşe bakmış olacağını bildirmiştir (Ebû Dâvûd, Dua, 23). Kişiye ait bilgi, resim, görüntü vb. her türlü verinin hangi mecrada olursa olsun paylaşılması ve yayılması, kişilik haklarının ihlali anlamına gelir. İslam dini, kişinin yaşam hakkını koruma altına aldığı gibi onur ve kişiliğinin korunmasını da güvence altına almıştır.

            Son olarak mahremiyet öncelikle Yaratıcıya karşı duyulan hayâ ve itaatin, daha sonra benliğe ve başkasın duyulan saygının bir yansımasıdır.   İlk insan Hz. Âdem’den (a.s) beri var olan mahremiyet olgusunun sınırlarını tekrar hatırlamak, herkese açık olmasında bir sakınca olmayan ile mahrem kalması gerekeni ayırt edebilmek için hukuk ve ahlak konularını irdelemek gerekmektedir. Ayrıca günümüz modern toplumunda normalleşen mahremiyet sınırlarını yeniden çizebilmek için bu kavramın içerdiği anlamları iyi kavramak gerekmektedir. Mahremiyet adı verilen ve insanın özel alanı, dokunulmazlığı, gizli kalmasını istediği durumları ifade eden bu kavram insana mahsus fıtratı, şahsiyeti ve şerefi korumayı hedeflediğini unutmamak gerekir.