İman, Allah azze ve celle tarafından Müslüman olan herkese bahşedilen en büyük nimettir. Bu nimete mazhar olan her mümin, imanın kıymetini bilmekle ve imanın gerektirdiği doğrultuda yaşamakla mükelleftir. Peki bir Müslüman nasıl yaşamalıdır. Yaşantısını diğer insanlardan farklı kılan şeyler neler olmalıdır?

        Değerli okuyucular bu soruya cevap verirken Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) şu hadis-i şerifi aklıma gelir;

“İman ettim de sonra dostdoğru ol.”

         Bu kısa ve veciz söz, kısa olduğu kadar tüm Müslümanların hayatının seyrini en mükemmel şekilde anlatır. İman ettim diyen yani iman edip Müslüman olan herkes tüm işlerinde dosdoğru olmak zorundadır. İşlerinde dosdoğru olmayanlar Müslüman oldum diyemez. Her ne kadar Müslümanım dese de içi boş bir ceviz gibi sadece kabuktan ibaret olur ki bu durumda da ne kendisine ne de bir başkasını zerre kadar faydası olamaz.

  • Müslümanım diyen kişi ailesine karşı dosdoğru olmalı.
  • Müslümanım diyen kişi akrabalarına karşı dosdoğru olmalı.
  • Müslümanım diyen kişi arkadaşlarına karşı dosdoğru olmalı.
  • Müslümanım diyen kişi işinde dosdoğru olmalı.
  • Müslümanım diyen kişi sorumluluklarının bilincinde  olmalı.
  • Müslümanım diyen kişi ibadetlerinde dosdoğru olmalı.
  • Müslümanım diyen kişi her işinde dosdoğru olmalı.

        Hâsılı ahlakı Kuran olan Peygamberini örnek almalı ve ona göre yaşamalı. Kuran ve sünneti hayatının her alanında yaşatmalıdır. Kuran ve sünnetten kopan hiçbir Müslüman İslam’ı yaşayamaz ve yaşatamaz. Eğer bizler de İslam’ı hayatımızın her alanında yaşamak istiyorsak Peygamber’i (s.a.v.) taklit emeli o ne yapmışsa onu yapmalıyız çünkü onun ahlakı Kuran’dı. İşte böylece İslam’ı yaşarız.

         İslâm’ın bütün güzelliği; Yaşanmasında ve yaşatılmasındadır.

         Kur’ân-ı Kerim nâzil olmaya başladığında insanlar, ilk önce karşılarında İslâm’ı yaşayan ve yaşatan bir Peygamber-i zî-şan gördüler. Görebildikleri nisbette hayran kaldılar, koştular, îmân ettiler. Hattâ bâtıl ve şirkin en inatçı savunucuları bile, epey bocalasalar da, nice düşmanlıklar etseler de, Hazret-i Peygamber’in o müstesnâ yaşayışına şahit ola ola, tâ gönülden kelime-i şahâdet getirdiler.

  • Kimi Hazret-i Peygamber’in el-Emîn şahsiyetine baktı, müslüman oldu.
  • Kimi O’nun o en yüce ahlâkına baktı, îmân etti.
  • Kimi rahmet dolu sözlerini duydu, hidâyet buldu.
  • Kimi daha yüzüne bakar bakmaz; “Bu yüz yalan söylemez!” dedi ve İslâm’a can attı.
  • Kimi O’nun namazını seyretti, derhâl ardında saf bağladı.
  • Kimi O’nun yetimlere, gariplere ve kimsesizlere nasıl sahip çıktığı gördü, eşsiz fazîletine teslim oldu.
  • Kimi O’nun af ve merhametini temâşâ etti; «Medet ya Rasûlâllah!» dedi.
  • Kimi O’nun cennete götüren yüce rehberliğini fark etti ve hemen ümmet-i Muhammed kervanına katıldı.
  • Kimi O’nun semâvî sevdâsına âşık oldu.
  • Kimi baktı; “İşte sevilecek ve tâbî olunacak emsalsiz örnek!” dedi ve gönül bağladı.
  • Kimi O’nun; “Kişi sevdiği ile beraberdir!” müjdesi karşısında; “İşte beraberliği, sonsuz bir huzurun kendisi olan Peygamber!” dedi ve O’na müştak oldu.
  • Kimi O’nun mûcizelerindeki iksîr-i cânı aldı ve kana kana içti.
  • Kimi O’nun bir nazarıyla, kendi ölü gönlünün ihyasına mazhar oldu.
  • Kimi O’na baktı; “İşte istikamet ve insanlığın kurtuluşu!” dedi ve rahle-i tedrîsine diz çöktü.
  • Kimi baktı; “İşte cennet kapısı!” dedi, mübârek eşiğine baş koydu.

       Hâsılı; O’nun canlı Kur’ân olan hayatı, öyle bir bağlılık ve sevda oluşturdu ki, etrafı aşk kafileleriyle doldu. Çünkü O, güneşlerin bile kendisine pervane olduğu bir Nur-i İlâhî idi.

        İşte İslâm ve Müslümanlık böyle başladı, böyle devam etti.

Gerçek huzur bu: İslâm’ı Hazret-i Peygamber’in rehberliğinde yaşamak ve yaşatmak.

        Sadece yaşayıp, yaşattığı için Müslüman olmak demek de, O’nun gibi yaşamak ve yaşatmak demekti. O’nun etrafındaki ilk îman halkası olan Ashâb-ı kiram işte bunu gerçekleştiren mü’minlerdi. Sonra onların ardından gelenler. Dünya, onların Hazret-i Peygamber’den öğrendikleri yaşayışlarına  bakarak İslâm’ı tanıdı. Adâletle kucaklaştı. Merhametle buluştu. Kıtalar böylece İslâmlaştı.

        Yani; Hazret-i Peygamber’in Kur’ân’da övülen üsve-i hasene gerçeği etrafında İslâm’ı yaşayışı, her devirde emsalsiz meyveler verdi. İnsanlığı diri tutan daima bu oldu. Bundan sapmalar yaşandığında hidâyet bulmada kuraklık meydana geldi, buna riâyet edildiğinde de hiç bitmez bereketler tecellî etti.

        İslamı hayatımızın her alanında yaşamak ve yaşatmak dileğiyle…