Böylece her tarafa şerîat, tarîkat, hakîkat ve mârifet feyizlerinin dağılmasını temin yolunda büyük hizmet görürdü. Ölü kalpleri Cenâb-ı Hakk’ın lûtfuyla canlandırır, mânevî bir bahar ikliminde yaşatırdı. Niceleri, uzak diyarlardan gelip onun talebesi olmaya âdeta can atardı. İrşâdının bereketiyle kalplerdeki dünyevî temâyüller bertaraf olurdu.
Mevlânâ Hâlid Hazretlerinin nazarları çok güçlü ve tesirli idi. Bir gün yolda yürürken Cenâb-ı Hakk’ın lûtfu ve gönlüne verdiği ilhâmıyla bir Hıristiyana nazar eyledi. Hristiyan, o anda mânevî bir cezbeye kapıldı ve ağlayarak Mevlânâ Hâlid Hazretlerinin peşine düştü. Kendisini kaplayan hidâyet heyecanıyla Hazret-i Pîr’in evine girdi ve o mübârek kapıdan Müslüman olarak çıktı. Gönlündeki sürur ve nur, âdeta yüzüne aksediyordu.[36]
Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, Cenâb-ı Hakk’ın mârifet ve muhabbetindeki ilâhî lezzeti kulların gönlüne aşılamak için çok gayret ederdi. Nitekim şu mânâdaki beyti, onun bu hâlini ne güzel tasvir eder:
“Gönlüm alev içinde, bağrım yanarak, sokak sokak, kapı kapı dolaşırım!
Kimse benim yâr ve diyârımdan âvâre kalmasın diye uğraşırım!”[37]
Üstâdı Abdullah Dehlevî Hazretleri, Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri ile alâkalı olarak Rumeli âlimlerine yazdığı bir mektupta, onun sahip olduğu mânevî kıymet ve dereceyi şöyle ifâde buyurur:
“Allah Teâlâ’ya hamd ederim. Resûlü’ne salât ve selâm ederim. Ey o bereketli Rumeli memleketinin hürmete lâyık, fazîletli âlimleri, kıymetli devlet adamları, kumandanları, hâkimleri ve ileri gelen şerefli ve çok değerli mü’min kardeşlerimiz! Biliniz ki, zâhir ve bâtının fazîlet ve meziyetlerine sahip Mevlânâ Hâlid -Allah Teâlâ ona âfiyet ve selâmet versin- aldığı bir sırrî işaretle, bu hiç sayılan fakirin yanına geldi. Nakşibendî-Müceddidî yolunda el alıp halvette zikir, murâkabe, râbıta ve bu yolun bütün vazifelerini ikmâlde merhaleler katetti. Allah Teâlâ’nın inâyeti ve büyüklerimizin himmetiyle dâimî zikre, uyanıklığa, hiçliğe, vâridâta, mânevî keyfiyetlere ve sırrî hakîkatlere kavuştu…
Bu hâl ve makamlara erişince, kendisine, ümmet-i Muhammed’i irşâd için icâzet ve hilâfet verdik… Onun eli benim elimdir, onu görmek beni görmektir, onu sevmek beni sevmek, ona düşmanlık bana düşmanlık, onu inkâr beni inkârdır… Sizden arzum ve isteğim, ona hürmet ve tâzim göstermenizdir. Bu fakire düşen de onun için hayırlar dilemek, uzun ömürlü olması ve her türlü zarar ve sıkıntıdan korunması için duâ etmektir. Hadîs-i şerîfte:
«İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır.» buyrulur. (Beyhakî, Şuab, VI, 117; İbn-i Hacer, Metâlib, I, 264)
Böyle bir kâmil mürşidin orada bulunmasını büyük bir nîmet biliniz! Onu sevmeyi, ona dost olmayı, hukûkuna ve âdâbına riâyet etmeyi vâcip biliniz!
İhsân mertebesi, dîn-i mübînin rûhudur. Sübhânallah! İşte Mevlânâ Hâlid’in huzûr ve sohbetinde bu mertebe ele geçmektedir. Bunun yanında âhirete istikâmetlenme ve dünyanın nefsânî arzularından yüz çevirme kolaylığı hâsıl olmaktadır…
Tasavvuf devirlerinin hiçbirinde bu kadar çok feyzin bulunduğunu bilmiyorum. Kendisini takviye edip korumak, ihlâs ve muhabbetle sohbetinde bulunup ondan istifâde etmek lâzımdır. Muhammed Bâkì Billâh Hazretlerinin talebeleri arasında İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin nasıl apayrı bir yeri varsa, bu fakir ve âciz kulun talebeleri arasında da Mevlânâ Hâlid’in apayrı bir yeri vardır... Allâh’a tekrar tekrar hamd ü senâlar olsun!..”[38]
HZ. MEVLANA HALİD-İ BAĞDADİ’NİN TEVAZUSU
Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerinin mânevî makâmı yükselip Cenâb-ı Hakk’a yakınlığı arttıkça tevâzuu da artmıştır. Kalbini dâimâ kontrol etmiş, gaflete düşüp de Cenâb-ı Hak’tan uzaklaşmamak için her an teyakkuz hâlinde bulunmuştur. Hiçbir zaman nefsinden râzı, hâllerinden emîn olmamıştır. Yine hiçbir zaman Allâh’ın azâbından kendini selâmette görmemiş ve Rabbine kulluktan ayrılmamıştır.[39]
Bir kişi ondan, tarîkat ehli birini irşad kapısından tard etmesini istemişti. Hâlid-i Bağdâdî g ona şu mektubu yazdı:
“Efendim! Bu fakir kul, fâsık bir mü’min gördüğümde mutlakâ onun benden daha iyi olduğuna inanırım. Çünkü onun îmânı sâbit, günahı ise benden gizlidir. Benim nefsimin kötülükleri ise bana âşikârdır. Son nefes(te kimin kurtulacağı) meçhuldür. Nice fâsık ve fâcir var ki, kâmil velîlerden olmuştur. Nice verâ sahibi sâlih kişiler de vardır ki, aşağıların en aşağısına düşmüşlerdir. Allah Teâlâ’dan kendime, sana ve bütün Müslümanlara âfiyet dilerim. Hâsılı, benden daha fazîletli olduğuna inandığım hâlde bir kişiyi bu yoldan tard etmem mümkün değildir.”[40]
Hemen hemen her mektubunda, muhâtabından son nefeste îmân ile vefât edebilmek ve İslâm’ı hayatın her alanına en güzel şekilde yansıtabilmek için duâlar taleb etmiştir. Bunlardan birkaç misâl şöyledir:
“…Sizden ricam, hüsn-i hâtime ile (son nefesi îmân ile vererek) Rabbime kavuşabilmem ve Mahlûkâtın En Hayırlısı’nın r Sünnet’ine tâbî olabilmem için duâlarınızda beni hatırlamanızdır.”[41]
“…Güzel ahlâkınızdan ve şerefli tabiatınızdan ricam; bu miskini Sünnet-i Seniyye’ye istikâmet üzere bağlı kalabilmem ve tertemiz İslâm dîni üzere ölebilmem için duâdan unutmamanızdır.”[42]
“…Mektupların cevaplarını yazmam için ısrar etme... İnsanların mektuplarıyla uğraştığımda, birçok hayırdan mahrum kalıyorum. Kim beni seviyorsa, hüsn-i hâtime ve Sünnet-i Seniyye’ye ittibâ hususunda muvaffak olmam için duâ etsin! Ben de aynı şekilde ona duâ ediyorum. Fazla mektuplaşmaya hâcet yok!”[43]
Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, acziyetini ve kusurlarını hiç unutmaz, her an gözünün önünde tutardı. İnsanın, kulluk yolundaki hatâ ve kusurlarına mâzeret bulmaktan vazgeçmesi ve aczini îtirâf edip istiğfâra sarılması gerektiğini ifâde ederdi. Bunu şiirlerinde şöyle dile getirmiştir:
“Dün akıl beni tenkid ederek: «Ey günahkâr, yaptığın kötü işlerden dolayı iyice mahcup oldun!» dedi.” (Dîvân, beyt: 284)
“Benimle akıl arasındaki mücâdele sabaha kadar devam etti. O hep beni kınarken ben mâzeretler ileri sürüyordum.” (Dîvân, beyt: 286)