Yüce Rabbimizin (C.C.) yarattığı, içinde yaşadığımız şu muhteşem kâinat, uçsuz bucaksız bir varlıktır. Sonu var mı yok mu, sonu varsa da onun bittiği yerden sonra ne var bunlar ayrı konu tabii ama muazzam büyüklüğe sahip bir evrende yaşıyoruz ki milyarlarca galaksiden sadece biri olan Samanyolu Galaksisinde şu ana kadar tespit edilebilmiş dört yüz milyar yıldız olduğu söylenmektedir. Yine bu galaksimizde iki bin beş yüzden fazla güneş sistemimize benzer yapılar mevcuttur. Mavi ve güzel dünyamız da kendisinden bir milyon kat daha büyük olan bir güneşin etrafında milyarlarca yıldan bu yana yolunu şaşırmadan dönüp durmaktadır. Bu kadar astronomik bilgiyi şunun için verdik; Dünya denilen gezegende her birimiz bir insanın ne kadar yer kapladığını bir an için düşünebilelim diye. Zaten dünyamız uçsuz bucaksız kâinatta çöldeki bir kum tanesi bile değilken bizim dünyadaki yerimiz o kadar bir yer bile değildir.
Yaratıldığımız muhteşem ve muazzam büyüklükteki kâinata kıyasladığımızda bu âlemde zikredilmeye bile değecek kadar bir yerimiz yoktur. Ama insan denilen varlıkta ego ve kibir denilen çok kötü bir karakter potansiyeli mevcuttur. Kâinattaki durumuna bakmadan insan denilen aciz varlık kime ve ne için kibirlenebilir. Hâlbuki büyüklük ve kibriya sıfatı yalnızca bu olağanüstü âlemleri yaratan Yüce Allaha (C.C.) mahsustur. İnsanın büyüklenecek hiç bir şeyi yoktur. Güzellik, yakışıklılık için övünecek olsa, onlara çalışıp çabalayarak kendisi sahip olmamıştır. Irkıyla övünse, o da onun elinde olan bir şey değildir. Ailesiyle soyuyla sopuyla kibirlenecek olsa o da kendi elinde olan bir şey değildir. Bunlar kendisine bahşedilmiş doğuştan gelen özelliklerdir. Vücudumuza dönüp baktığımızda bedenimizde de otomatik olarak kendiliğinden çalışan sayılamayacak kadar çok düzenli faaliyetler bulunmaktadır. Sözgelimi kalbimizin atması, nefes alıp vermemiz, tansiyonumuz, şekerimiz, vücut sıcaklığımız, sindirim sistemimiz, bağışıklık sistemimiz sadece bir kaç örnektir. Bunların hepsi bizim kontrolümüz olmadan otomatik olarak işleyen sistemlerdir. Ve bu faaliyetlerin hepsini bir buçuk kilo kadar ağırlıktaki bir et parçası olan beyin dediğimiz bir yığın et parçası düzenleyip yürütmektedir. Yüce Allah’ın (C.C.) kendisine verdiği tüm görevleri kulun eceli gelinceye kadar düzenli olarak yapmaya devam edecektir. Yani kısacası işin özeti insanoğlunun övünmesi, gururlanması ve kibirlenmesi için mantıklı bir neden yoktur. Kendimize ait, kendimizin kazandığı, yaptığı övünülecek bir nedenimiz yoktur.
Yüce Rabbimizin Furkan Suresi 63. Ayeti Kerimesinde “Rahmân’ın has kulları o kimselerdir ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler…” buyurduğu üzere İslam dininin mensupları olarak imanımızın bir gereğidir ki, kibir bir müminde asla olmamalıdır. Mümine yakışan tevazu dediğimiz alçak gönüllü olmaktır. Yüce Yaratanının karşısında acziyetininin farkına varıp boyun bükmek ve O’na teslim olmaktır. Diğer insanlara karşı kibirlenmemek ve onlara tevazu göstermek müslümana yakışan ve de olması gereken en güzel vasıflardan biridir. Müslümanlar olarak her zaman alçak gönüllü, mütevazı kişiler olmalıyız. Tevazünün aslında insanı yücelten bir şey olduğunu Hz. Peygamberimiz (S.A.V.) şu hadisinde beyan etmektedir. “Kim Allah için huşusundan dolayı tevazu gösterirse, Allah onu kıyamet gününde yüceltir. Her kim kibrinden dolayı böbürlenirse Allah da onu kıyamet gününde alçaltır.” (Ahmet b. Hanbel, III, 76.). Biz müminler, tevazuu Allah Resulünden öğrendik. O, daima sade bir hayat sürdü. İnsana, insan olduğu için değer verdi. Mütevazı olmanın, Cennet ehlinin özelliklerinden biri olduğunu bildirdi. Müslüman bir kardeşimizi küçük görmenin kötülük olarak bizlere yeteceğini hatırlattı. Resûl-i Ekrem (S.A.V.) şu hadis-i şeriflerinde tevazu sahibi olmanın insanı Allah katında yücelten bir vasıf olduğunu bizlere haber vermiştir: “Allah, bir kulun hoşgörülü olması sebebiyle izzetini artırır, Allah için tevazu gösteren kişiyi ise yüceltir.” (Müslim, Birr 69). “Allah bana, mütevazı olup birbirinize karşı övünmemenizi ve birbirinize karşı haddi aşan davranışlarda bulunmamanızı vahyetti.” (Müslim, Cennet 64).
Ancak her işimizde olduğu gibi tevazuda da ölçülü olmalıyız. Çünkü mümin, tevazuyla mükellef olduğu kadar kendisinin ve din kardeşlerinin şeref ve haysiyetini korumakla da görevlidir. Yüce Rabbimizin “Muhammed, Allah’ın Resulüdür. Onunla beraber olanlar, kâfirlere karşı kararlı ve tavizsiz, birbirlerine karşı da merhametlidirler…” (Fetih Suresi 29) buyruğuna göre davranmalıyız. Hayatımızın her alanında mütevazı olmalıyız, hiç kimseyi küçümsememeliyiz.
Öyleyse geçici dünyaya aldanıp birbirimizi üzmeyelim. Dünyamızı zindana, ahiretimizi cehenneme çevirecek olan kibirden, gururdan sakınalım. Yeryüzünde böbürlenerek yürümeyelim. Hatırımızdan hiç çıkarmayalım ki Yüce Rabbimiz, alçak gönüllü, mütevazı insanlardan hoşnut olurken kibirlenen ve kendisiyle övünen kimseleri hiç sevmez.