Dünya kelimesi, “yakın olmak” mânasına gelen dünüv kökünden türemiş “en yakın” anlamındaki ednâ kelimesinin müennesidir. Kur’an’da âhiret ve âhiret hayatının karşılığı olmak üzere çok defa, “yakın hayat” anlamındaki el-hayâtü’d-dünyâ tamlamasında hayat kelimesinin sıfatı olarak, bazan da belirli (mârife) şekliyle isim olarak kullanılmıştır. Hadislerde ise belirsiz (nekre) olarak da geçer. Bu yakın hayatın ardından gelecek olan hayata, “sonraki hayat” anlamında âhiret adı verilmiştir. Dünya kelimesinin “alçaklık, kötülük” mânasındaki denâet kökünden geldiği de ileri sürülmüştür. Kur’an-ı Kerim’de yer ve yeryüzü için arz kelimesi kullanılmış, şu anda yaşanılan hayata “el-hayâtü’d-dünyâ, âcile (ةلجاع ,(ûlâ”; sonraki hayata “ukbâ, dârü’lkarâr” gibi isim ve sıfatlar da verilmiştir. Böylece Kur’ân-ı Kerîm’de arz coğrafî, dünya ise dinî ve ahlâkî bir terim olarak yer almış; dünya kötülenir veya hafife alınırken kozmik varlığı değil burada sürdürülen ve âhiret kaygısını geri planda bırakan hayat tarzı kastedilmiştir.
İnsanların hayatı algılama biçimleri, dünyada yaşanılan süreyi anlamlı kılacak olması münasebetiyle çok önemlidir. Zira dünyanın ahireti kazanmak açısından bir imtihan sahası olduğunu bastan bilen ve bunun gerceklesecegine inanan bir mümin, dünya hayatını buna göre tanzim eder. Gerçek anlamda mutluluğun, Allah’ın vadettiği güzelliklerin dünya hayatındaki imtihanı başaranlara verileceğini bilen bir mümin, dünyada karsılastıgı dert ve sıkıntıları çok daha büyük bir metanetle karsılar ve bu sıkıntıları aşmada daha cesaretli davranır. Elde ettiği imkânlarla şımarıp azgınlık göstermez. Elindeki nimetleri kendisine verenin Allah olduğu bilinciyle şükreder ve Allah’ın yarattığı diğer varlıklarla imkânlarını paylaşmayı bir ödev sayar.
Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır; “Andolsun ki mallarınız ve canlarınız konusunda denemeden geçirilirsiniz; şüphesiz sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan birçok üzücü şey işitirsiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız bilin ki bu size gereken davranışlardandır.” (Al-i Imran 3/186).
Yüce Allah dünya ve âhiret arasında bir tercih yapma mecburiyeti ortaya çıktığı zaman hiç tereddüt etmeden âhiret hayatının tercih edilmesini istemiş, aksi davranışta bulunanlar şiddetle kınanmıştır. Nitekim “Onlar, dünya hayatını âhirete tercih eden, Allah yolundan alıkoyan ve onu eğri göstermek isteyenlerdir; işte onlar derin bir sapkınlık içindedirler” (İbrâhîm 14/3) ayeti buna bir örnektir. Çünkü âhiret dünyadan daha hayırlıdır (ed-Duhâ 93/4). Geçici ve süreksiz olan, kalıcı ve dâimî olana tercih edilemez. “Önce dünya” diyenler “dünya karşılığında âhireti satanlar” şeklinde nitelendirilmiş, değerli ve çok olanı verip değersiz ve az olanı satın almanın kârlı bir iş olmadığı ifade edilmiştir (el-Bakara 2/86, 90). Bu anlayışa sahip olanların yaptıkları işler kendilerine dünyada ve âhirette bir yarar sağlamaz (el-Bakara 2/217; Âl-i İmrân 3/22). Buna karşılık âhiretlerini kazanmak için dünyalarını satanlar övülmüştür. Bunun en güzel örneği şehidlerdir (en-Nisâ 4/74).
Ancak unutulmamalıdır ki hayat iki boyutu olan bir olgudur. Bunlardan biri yakın boyutta olan dünya süreci; diğeri ise uzak boyutta olan ahiret sürecidir. Ahireti kazanmak için dunyadaki imtihanı başarmak gerekmektedir. Dünyada kazanamayan ahirette kaybedecektir. Dolayısıyla dünya, ahiretin yani sonsuz ve ebedi hayatın kazanılması için çok önemlidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır; “İnsanlardan öyleleri de vardır ki, “Ey rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ver, öteki dünyada da iyilik ver; bizi cehennem azabından koru” derler” (el-Bakara 2/201), “Bize bu dünyada da âhirette de iyilik yaz! Şüphesiz biz sana yöneldik.” Allah buyurdu ki: Azabıma dilediğimi uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır; ayrıca rahmetimi Allah korkusu taşıyanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım” (el-A‘raf 7/156).
Öte taraftan Hz. Peygamber de yaşadığı hayat itibariyle dünya karşısında takınılması gereken tavrın nasıl olması gerektiğini göstermiştir. Nitekim, “Uhud dağı kadar altınım olsa üç günden fazla saklamazdım” (Buhârî, “Zekât”, 4, “Ri”, 14; Müslim, “Zekât”, 34) demiş, hayatı boyunca dünyalığa önem vermemiş, vefatından sonra birkaç şahsî eşyasından ve çok az miktarda maldan başka bir şey bırakmamış, ilk iki halifesi de bu yolda onu takip etmiştir. Bununla beraber Hz. Peygamber, “Dünya malı tatlıdır, çekicidir” (Buhârî, “Cihâd”, 37; Tirmizî, “Fiten”, 26) sözüyle herkesin dünyaya ve maddeye karşı kendisi gibi davranamayacağını da ifade etmiştir. Ayrıca “Ey insanlar! Allah karşısında takva sahibi (sorumluluğunuzun bilincinde) olun ve dünyevî isteklerinizde mutedil davranın. Çünkü hiç kimse kendisi için takdir edilen rızkını yiyinceye kadar ölmeyecektir, rızkı gecikse bile! Öyleyse Allah karşısında takva sahibi olun ve dünyevî isteklerinizde mutedil davranın. Helâl olanı alın, haram olanı terk edin” (İbn Mâce, Ticâret, 2) şeklinde buyurmuştur.
Sonuç olarak hem Kur’an-ı Kerim’de hem de hadis-i şeriflerde dünya hayatının geçiciliğine, önemsizliğine vurguda bulunmuş ve bu noktada itidal sahibi olunması gerektiği açıkça ifade edilmiştir. Ancak bunlarla beraber dünya hayatının ahiret hayatı için elzem olduğu ve bu dünya üzerinde yaptığımız iyilik ve kötülüklerin sonucunda hesaba çekileceğimiz de ifade edilmiştir. Dolayısıyla ne dünyadan tam anlamıyla yüz çevirmek ne de dünyanın içine dalmak g