Sözlükte “payına razı olma” anlamında mastar olan kanâat terim olarak “kişinin azla yetinip elindekine razı olması, kendisinin ve sorumluluğu altında bulunanların ihtiyaçlarını asgari ölçüde karşılayabileceği maddî imkânlarla iktifa edip başkalarının elindeki şeylere göz dikmemesi, aşırı kazanma hırsından kurtulması” şeklinde açıklanmakta; hırs, tamah, şereh (hazlara düşkünlük) ve tûl-i emel gibi kavramlarla ifade edilen mal ve dünya tutkusunun kalpten silinmesiyle kazanılan ahlâkî bir erdem olarak değerlendirilmektedir.

 

Lügat anlamlarından anlaşılacağı üzere kanaat kelimesi rıza ile eşleşmektedir. Allah’ın takdir ettiği nimetin azlığına veya çokluğuna bakmadan verilene razı olmak, kanaatin ve tam bir teslimiyetin ifadesidir. Allah’ın verdiği rızk her ne olursa kanaat etmek gerekir. Nimetler, Allah’ın takdiridir. Fakat nimetlerin elde edilmesinde kulun da rolü vardır. Kul kâsib, Allah hâlıktır. Hiç çalışmadan nimetin gelmesini beklemek beyhude bir temennidir. Kanaatkâr olmak, nimetin kendiliğinden gelmesini bekleyerek tembellik yapmak ve çalışmamak demek değildir. Kanaatkâr olmak, çalışmak, fakat neticede, az da olsa ele geçene razı olmaktır. Kanaat sahibi, elde ettiği nimet az olduğunda isyan etmeyen, huzur ve sükûn içerisinde olan; çok olduğunda da azgınlık yapmayan ve marifeti kendisinde görmeyen kimsedir.

 

Kur’ân-ı Kerîm’de kanaat kelimesi geçmez; bir ayette aynı kökten kāni‘ “başkasından maddî yardım isteyen” anlamında yer almaktadır (el-Hac 22/36). Ancak birçok ayette kanaatkârlığın önemi üzerinde durulmuş, dünyaya ve mala karşı aşırı düşkünlük yerilmiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de; “Yeryüzündeki her canlının rızkını Allah üstlenmiştir.” (Hûd sûresi 6) denilmiştir. Hadislerde ise Hz. Peygamber’in kanaatkârlığı bir iffet, tok gözlülük ve gönül zenginliği olarak değerlendirdiği (Buhârî, “Zekât”, 18; Müslim, “Zekât”, 124); İslâm’la hidayete kavuşup yeterli miktarda rızka sahip olan ve buna kanaat eden kişiyi övgüyle andığı (Müsned, II, 168, 173; Müslim, “Zekât”, 125); “Asıl zenginlik mal çokluğu değil gönül zenginliğidir” dediği (Buhârî, “Riḳāḳ”, 15; Müslim, “Zekât”, 120) görülmektedir.

 

Bütün varlıklar, Allah tarafından yaratıldığı gibi varlıklarını devam ettirmekte de O’na muhtaçtır. Allah ise, “samed” vasfıyla ifade edildiği gibi, O, hiçbir şeye muhtaç̧ değil, fakat her şey O’na muhtaçtır. Kur’an’da ifade edildiği gibi, insanlar fakir ve muhtaç, Allah ise, zengin ve muhtaç olmayandır. Allah’tan başkasında güç̧ ve kuvvet görerek onlara yönelmek, tevhid anlayışına da terstir. Kanaat, böyle bir yanılgıya düşmemek için işi baştan çözmüş ve insanı, azla yetinip kendi yağında kavrularak başkasına muhtaç olma zilletinden kurtarmıştır. Hz. Ömer, “Tamah, fakirlik; halkın elindeki maldan ümit kesmek zenginliktir. İnsanların elindeki maldan ümit kesen kimse onlara ihtiyaç duymaz.” diyerek kanaatin bu işlevine dikkat çekmiştir. Kuru ekmeği su ile ıslatarak yiyen Muhammed b. Vâsî de (ö. 123/741), “Buna kanaat eden, hiç kimseye muhtaç olmaz.” diyerek, ancak kanaatle başkalarına muhtaç olmaktan kurtulmanın mümkün olduğunu ortaya koymuştur.

 

Belirli bir süre için değil, hayat boyunca kanaat edilmesi gerekmektedir. Kanaatte sebat göstermemek, bir kimseyi yeniden nefsin eline düşürebilir. Daima kendi gücü üzerindeki isteklere muhatap olacağı için, bir kimsenin zengin ve güçlü olması, nefsin istekleri ile başa çıkabileceğini göstermez. İstekler devam ettikçe huzursuzluklar ve sıkıntılar da artar. Nefsin sınırsız istekleri altında ezilen kimse, başkalarına muhtaç olarak boyun bükme zilletine düşer, izzetini ve şerefini kaybeder. Çoğu kez, istenileni elde etmek için gayrı meşru yollara düşüldüğü de görülür. Bu hazin tablo, nefsin sınırsız isteklerinin neticesini göstermektedir. Kanaatkâr kimse ise, bütün bu huzursuzluk sebeplerinden uzak olduğu için, izzetini ve şerefini koruyarak daima itibarlı bir kimse olarak yaşar.

 

Sonuç olarak aza kanaat ederek halka muhtaç olmayan kimse, sadece Allah’a muhtaç olduğunun şuuruyla O’na teveccüh ederek seyrü sulûkta emin adımlarla yürüyecek ve vuslata doğru yol alacaktır. Kanaat anlayışının hâkim olmadığı kimse ise daima vuslata ve kurbiyete mâni olan engellerle karşılaşacak ve gerçek kulluğun zevkine erişemeyecektir. Kanaat, kula kul olmaktan kurtararak erdemli bir hayat yaşamayı sağlayan ve Allah’a kul olma yolunu açan önemli bir haslettir.