Yüce dinimiz İslam, Müslüman fert ve toplumların dünya ve ahiret saadetlerini gerçekleştirmek amacıyla evrensel hukuk ve ahlak kuralları getirmiştir. İnsanoğlunun hayat istikameti, hayattaki varlık amacını yerine getirebilmesi, toplumunun inşası ve gelişiminde payidar olabilmesi ve ahlaki bütün yozlaşmalara karşı göğüs gerebilmesi için, Müslüman bireylerin üstün ahlak ve değerlerle eğitilip donatılmasına büyük önem vermiştir. İnsanoğluna, insanlık namına anılabilecek, her şeyi kuşatan üstün hayat tarzının çerçevesini çizmiştir. İnsan hayatında büyük rol sahibi olan vefa, şüphesiz bu üstün öğretilerin başında gelmektedir.

Vefa, İslam ahlak manzumesinde geniş kullanım alanına sahip bir kavramdır. Kısaca tanımını yapacak olursak; verilen söz ve ahitleri korumak, emanet ve hakları sahiplerine iade etmek/vermek, yapılan iyiliğin farkında olup en azından misliyle mukabelede bulunmak, karşılıklı sevgi ve muhabbeti geliştirip korumak gibi anlamları içermektedir.

Vefa, doğruluk ve adaletin göstergesi, yalan ve zulmün karşıtı olan ahlaki, yüce bir değerdir. Bu sebeple Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de vefalı insanları, istikamet, takva, sevgisine mazhar olma vb. gibi üstün vasıflarla nitelemiştir:

“…Böyleleri anlaşma yaptıklarında sözlerini tutarlar; darlıkta, hastalıkta ve savaş zamanında sabrederler. İşte doğru olanlar bunlardır ve işte takvâ sahipleri bunlardır.” (Bakara: 177).

“Her kim ahdine vefa gösterir ve günah işlemekten sakınırsa, bilsin ki Allah o sakınanları sever.” (Âl-i İmrân: 76).

Vefasızlık ise insanoğlunda bulunabilecek en fena, en kütü,  en nahoş ahlaki çöküşlerden, yozlaşmalardan biridir. Allah (c.c.) vefasız İsrail oğulları hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Ahidlerini bozdukları için onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştiriyorlar. Kendilerine bildirilenlerden (Tevrat) önemli bir kısmını da unuttular. İçlerinden pek azı hariç olmak üzere onlardan daima bir hainlik görürsün. Sen yine de onları affet, hoş gör. Çünkü Allah iyilik edenleri sever.” (Mâide: 13).

Aşağıdaki şu ayette de vefasızların ahirette nasipsiz olacakları, orada Allah’ın (c.c.) hitabı ve nazarına bile layık olamayacakları, temize çıkamayacakları ve elem verici bir azapla cezalandırılacakları haber verilmektedir.

“Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle satanlara gelince, işte onların âhirette hiç nasipleri yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için elem veren bir azap vardır.” (Âl-i İmrân: 77),

Müslüman her birey, Allah’a, Peygamber’e, dine, anne-babaya, eşe, çocuklara, akrabaya, hocaya, öğretmene, komşuya hatta gayrimüslimlere karşı dahi vefalı olmalıdır.

Tabi bunların arasında vefanın en üstünü şüphesiz Allah’a karşı olan vefadır. Her Müslüman Allah’a (c.c.) vermiş olduğu kulluk sözünü yerine getirmekle mükelleftir. Allah’a şirk koşmamak, yalnızca ona kulluk etmek, emirlerine itaat edip sakındırdıklarından sakınmak, çizdiği sınırlara riayet etmek gibi hususlara azami riayet etmek Allah’a karşı vefanın gereğidir. Allah (c.c.) kendisine karşı vefalı olan kullarını sevdiğini bize haber verir:

“Her kim ahdine vefa gösterir ve günah işlemekten sakınırsa, bilsin ki Allah o sakınanları sever.” (Âl-i İmrân: 76).

Şu ayette de Rabbimiz O’na verdiğimiz sözü yerine getirmemizi bize emretmektedir.

“Antlaşma yaptığınız zaman Allah’a verdiğiniz sözü yerine getirin; Allah’ı kendinize kefil tutarak kesinliğe kavuşturduktan sonra yeminlerinizi bozmayın. Unutmayın ki yaptıklarınızı Allah bilmektedir.” (Nahl: 91).

Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmeyen, dünya hayatının aldatıcı güzelliklerine kapılıp yaratıcısına hakkıyla kulluk etmeyi unutan Müslüman, Allah’a karşı ne kadar vefalıdır acaba!

Dine karşı vefa ise din öğretilerini benimsemek, uygulamak ve bu uğurda peygamberler, sahabe ve rabbani âlimleri örnek alıp onların gittiği yolda taviz vermeden din-i mübin-i İslam’a hizmet etmektir. İbrahim (a.s.) ateşe atılmasına rağmen dinde taviz vermedi. Musa (a.s.) Firavundan gördüğü bunca eziyete rağmen dininde sebat edip mücadelesini sürdürdü. Peygamber efendimiz (s.a.v.) de: “Güneşi sağ elime, ayı sol elime verseler davamdan vazgeçmem. Ya Allah bu dini üstün kılar ya da ben bu uğurda ölürüm.” Sözüyle dine karşı vefanın mükemmel örneğini sergiledi.

Peygambere (s.a.v.) karşı da vefalı olmamız gerekmektedir. Zira bu dini bize tebliğ etme uğruna onca sıkıntıyı göğüslemiştir. Peygambere vefa, emir ve nehiylerine riayet etmek, teşvik ettiği üstün ahlakla bezenmek, bütün söz ve davranışlarımızda onu örnek almak, tebliğ ettiği dini sahiplenip korumakla mümkündür.

Bu konuda, en güzel örneği teşkil eden sahabeyi örnek almamız gerekmektedir. Zira sahabe, Peygambere karşı vefanın en mükemmelini sergilemiş mümtaz bir nesildir.

Bunların yanında, anne baba başta olmak üzere bütün akraba, konu komşu, eş dost ve herkese karşı dinimizin bir vecibesi olarak vefakâr olmalıyız. Kişinin, vefasızlık yaptığı takdirde kıyamet günü ona karşı sorumlu tutulacağını unutmaması gerekir. Allah (c.c.) bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Ahde vefa gösterin; çünkü ahid sorumluluk doğurur.” (İsrâ: 34).

Vefalıların piri Peygamber (s.a.v.) kâfirlere karşı bile vefalıydı. İslam’ı tebliğ için gittiği Taif ahalisi onun davetine icabet etmeyip ona eziyet etmiş, oda mahzun bir şekilde Mekke’ye geri dönmek zorunda kalmıştı. Ancak bunu birilerinin koruması altında yapmayı daha uygun gördü. Mekke eşrafından Mut’im b. Adiyy’e haber yollayıp bu talebini iletti. Bunun üzerine Mut’im, kabile bireylerini topladı, zırhlarını kuşanıp silahlarını almalarını emretti ve bu isteği kabul ettiğini herkese duyurdu ve Peygamber (s.a.v.) onun koruması altında Mekke’ye girdi.  Daha sonraları Peygamber (s.a.v.) Medine’ye hicret edip devlet kurunca müşriklerle Müslümanlar arasında Bedir Savaşı gerçekleşti. Bu savaşta birçok müşrik Müslümanlara esir düşmüştü. İşte burada Peygamber (s.a.v.) vefanın en üst zirvesini sergileyerek yürekleri yerinden oynatan şu altın sözleri sarf etti:“Mut’im b. Adiyy sağ olsaydı ve benden bu pis kokulu şeyleri isteseydi ona bunları verirdim.” (Buhârî, Farzu’l-Humus, 3139).

Bu ifadesiyle, senelerce Allah ve Resulüne düşmanlık yapan, Müslümanlara işkence yapıp ambargo uygulayan, mallarına el koyup memleketlerinden sürgün eden bu canileri, bir müşrikin vefa borcu karşılığında salıverebileceğini anlatıyordu bize vefa Peygamberi.

Acaba ömrümüz boyunca bize iyilikte bulunan kaç insanı hatırlıyoruz. Anne-babamızı, hocalarımızı, öğretmenlerimizi, iş arkadaşlarımızı, komşularımızı vs. arayıp soruyor muyuz? Hâlbuki vefalı insan, iyiliğe iyilikle karşılık veren, onlarca sene geçse dahi o anı ilk gün gibi günlünde taze tutan insandır. Rabbim bizi VEFALI kullarından eylesin…