İnsan nedir? Nereden gelmiştir? Niçin bu dünyaya gönderilmiştir? Bu dünyadaki asıl görevi nedir? İbadet etmeli mi? Niçin ibadet etmeli veya etmemeli? Öldükten sonra nereye gidecektir? Gibi bazı sorular düşünce tarihi boyunca sürekli merak edilmiş ve bu sorulara cevaplar aranmıştır.  Bütün bu sorulara verilecek cevaplar ciltler dolusu çalışma gerektirmektedir. Zira Dini metinler, felsefe tarihi, düşünce tarihi ve antropoloji alanında yapılan çalışmalarda bu sorulara ya doğrudan ya da dolaylı yoldan cevaplar verilmeye çalışılmıştır. Bu yazımızda bahsi geçen sorulardan, “Müslüman birey niçin ibadet etmeli?”sorusu bağlamında ibadetin niçin yapıldığına dair bazı çıkarımlar yapılarak konu ele alınacaktır. Ancak çok yönlü bir mahiyete sahip olan bu sorunun hem dini hem felsefi hem de bilimsel boyutu bulunduğundan konu sadece dinî metinler bağlamında ele alınacaktır.

Yüce Yaratıcının kulları üzerindeki hakkı diye tanımlanan “ibadet”, insanın yaratılış gayesini ifade etmektedir. (Zâriyât, 51/56). İbadet, insanı Yaratıcının huzurunda değerli kılan bir olgudur.(Furkân, 25/77). Allah (cc) insanı en güzel şekilde yaratmış, kâinattaki her şeyi onun hizmetine sunmuştur.Yeryüzünde halife sıfatıyla var ettiği insanıaklını kullanma, düşünme, tefekkür etme ve irade hürriyeti gibi hiçbir varlığa bahşedilmeyen üstün kabiliyetlerle donatmıştır. (En’âm, 6/165) Bütün bu özellikleri verdiği insandan sadece kendisine kulluk etmesini istemiştir. Bu bağlamda Cenâb-ı Hakk’a kul olmak, bir efendi ve köle mantığı ile seçim hakkı olmaksızın O’na ibadet etmek anlamına gelmez. Aksine kulluk, seçme özgürlüğünü kullanarak isteğe bağlı biçimde Yüce Yaratıcının iradesine uymaktır. Nefsinin istek ve arzularını terk edip, Allah’ın (cc) istediği doğrultuda yaşamaktır.

İbadetin, Allah’ın kulları üzerindeki hakkı olması, insanın sahip olduğu her şeyi kendisine bahşeden Allah’a şükran bilinciyle yaşamasını gerektirir. Bu çerçevede Allah Resûlü şöyle buyurmaktadır: “Hepiniz her gün her bir eklemi karşılığında bir sadaka (borcu) bulunarak sabahlar. (Kişinin kıldığı) her namaz kendisi için bir sadakadır. (Tuttuğu) her oruç bir sadakadır. (Yaptığı) her hac bir sadakadır. Her tesbih bir sadakadır, her tekbir sadakadır.” (Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 12).“Karşılaştığı kimseye selâm vermesi bir sadakadır. İyiliğe çağırması bir sadakadır. Kötülükten sakındırması bir sadakadır. Eziyet veren bir engeli yoldan kaldırması bir sadakadır. Kişinin eşiyle cinsel ilişkide bulunması bile bir sadakadır.” (Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 12).Dolayısıyla insan, her gecenin sabahında uyanabilme kabiliyetini kendisine bahşedenin Allah olduğunu unutmamalı, ibadet ederek bu bilinci taze tutmalıdır.

Bütün mahlûkatı yaratan Rabbimiz cömertlikte eşsizdir.(Neml, 27/40.) O’nun gece gündüz demeden verdiği nimetler saymakla bitmez, tükenmez.(Nahl, 16/18) İçtiğimiz sudan (Nahl, 16/10), takındığımız mücevherlere kadar (A’râf, 7/32), bindiğimiz araçlardan(Nahl, 16/8) giydiğimiz kıyafetlere kadar her şey ama her şey onun bize bahşettiği hediyelerdir. Gözümüz, kulağımız, gönlümüz, elimiz, ayağımız, aklımız, sağlığımız hep O’nun ikramıdır. İşte, insanlardan ufak bir yardım gördüğümüzde teşekkür ediyorsak, bize hayatımızı, evlâdımızı, evimizi, barkımızı, malımızı, mülkümüzü, kısacası her şeyimizi bağışlayan Allah’a ne kadar teşekkür etsek az değil midir? Yüce Rabbimizin bizden beklediği de samimi bir kalp ile O’na bağlanıp nimetlerinin kadrini bilmeye gayret etmemiz ve kendisine şükretmemizdir.(Nahl, 16/14, 78, 114). Ki, biz bütün günahları bağışlandığı hâlde Rabbine şükretmekten asla vazgeçmeyen, daima minnettar bir kul olma gayretinde olan bir Peygamber’in ümmetiyiz.(Buhârî, Tefsîr, (Fetih) 2) O Peygamber ki, mal edinmek isteyenlere önce şükreden bir kalp ve zikreden bir dil edinmelerini emretmiş (İbn Mâce, Nikâh, 5), yemek yiyip de şükredenin, açlığa sabredip de oruç tutan kimse kadar sevaba kavuşacağını müjdelemiştir.(Tirmizî, Sıfâtü’l-kıyâme, 43)