Yüce Allah, kullarının faydalanması için yeryüzünde sayısız nimetler var etmiştir. İnsanı yaratılmışların en şereflisi olarak nitelemiş, insana akıl, sağlık, iman, bilgi, anlayış ve kavrama gibi pek çok üstün özellikler bahşetmiş, ayrıca onu mal, mülk, servet gibi maddî imkânlarla donatmıştır. Nitekim Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de: “Nimet olarak size ulaşan ne varsa hepsi Allah’tandır.” (Nahl, 53) buyurarak insana verilen nimetlerin ne kadar çok olduğunu vurgulamıştır.
Nimet: “Allah tarafından insanlara her çeşit iyiliğin verilmesi ve her çeşit zararın uzaklaştırılması” olarak da tanımlanabilir. Şükür ise “Allah’tan veya insanlardan gelen nimet ve iyilikten dolayı minnettarlığını ifade etme, nimete söz ve fiille mukabelede bulunma, Allah’a itaat edip günah işlemekten uzak durmak suretiyle nimetin gereğini yapmak” anlamına gelir.
Rabbimizin bize bahşettiği nimetlere karşı şükrümüzü üç şekilde yapmamız gerekir; Nimeti hatırda tutarak kalple şükür, nimeti vereni övgüyle anarak dille şükür, nimet sahibine lâyık olduğu şekilde karşılık vererek organlarla şükürdür. Buradanda da anlaşılıyor ki nimetlere şükür yalnızca Allah’a söz ile yapılmaz. Her nimetin şükrünü kendi cinsinden yapmalıyız. Akıl bir nimet, tefekkür etmek onun şükrüdür. Kalp bir nimet, kalbin insanlara karşı muhabbet beslemesi şükürdür. Kur’an bir nimet, O’nu okuyup anlamak, emir ve yasaklarına göre bir hayat yaşamak şükürdür. İlim öğrenmek bir nimet, ilmin gereğince amel etmek ve ilmi başkalarına öğretmek, şükürdür. Mal sahibi olmak bir nimet, zekât ve sadaka vermek ise onun şükrüdür. Göz bir nimet, Mü’min kardeşinin ya da çevresindeki insanların kusurunu görmemek şükürdür. İşitmek bir nimet, söylenilen kötü şeyleri duymamış olmak şükürdür. Sağlık bir nimet, dua ve oruç gibi ibadetler onun şükrüdür. Tövbe etme imkânına sahip olmak bir nimet, pişman olup af dilemek şükürdür. Evlât bir nimet, çocukların Allah’a layık bir kul olarak yetişmesine özen göstermek, onun şükrüdür. Nimete şükredildiğinde hem eldeki nimet yok olmaktan kurtulur hem de yeni nimetlere kavuşma imkânı olur. Nitekim Allah (cc) “Eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım.” (İbrahim, 7) buyurmaktadır.
Nimetlerin şükrünü ifade eden güzel bir hikâye vardır: Evliyaların büyüklerinden Şiblî Hazretleri, Halife Harun Reşit’e şöyle der, “Eğer çölde susuz kalsanız, ölmek üzere olsanız, biri elinde bir bardak su ile çıkıp gelse, dese ki bu bir bardak suyu sana veririm ama servetin yarısını isterim, verir misin?” Halife Harun Reşid önce bir düşünür ve sonra “Elbette veririm!” der. Şiblî hazretleri, “Peki bu suyu içtin, çıkaramıyorsun, idrarını yapamıyorsun, bir doktor gelse, ben senin sıkıntını çözerim fakat servetinin diğer yarısını isterim dese verir misin?” Halife Harun Reşid bir süre düşünceye dalar ve yine aynı cevabını verir. “Elbette veririm!” Bunun üzerine Şiblî Hazretleri, “O halde bir bardak su bile etmeyen servetine ve dünyaya güvenme!” der. İnsan, maalesef nimetler karşısında acizdir. Nimetlerin şükrünü eda edebilmek için ne yapsa azdır.
Şükür aynı zamanda bir imtihandır. Allah bazen darlık verir, sabır ister. Bazen bolluk verir, şükür ister. Bazen hastalık, bazen sağlık verir. Buhari ve Müslim’de geçen uzunca bir hadis-i şerifte bir cilt hastasının, bir kelin, bir de körün ibret dolu hikâyeleri ve şükür imtihanları anlatılır. Bu üç kişi hastalıktan sonra kendilerine sağlık ve mal verilmiş kişilerdir. Fakat ikisi şükür yerine geçmişi unutup Allah Teâlâ’ya nankörlük eder. Sonuçta bu üç kişiden sadece kör olanı imtihanı kazanır. Maalesef günümüz insanlarında nimetlere şükürsüzlük epey çoğalmıştır.
İmam Gazzâlî insanları şükürden alı koyan üç sebebi açıklamıştır: “İnsanları şükürden alı koyan sebepleri birincisi cehalettir. Nimetlerin neler olduğunu kavrayamayan ve onların niçin verildiğini düşünemeyen insan, şükretmesini bilemez. Sadece dil ile “şükürler olsun” demekle Allah’a şükrettiklerini sanırlar. İkincisi: Gaflettir. Bu tip insanlar her kesin ortak nimeti olan şeyleri nimet saymama gafletine düşerler. Mesela hava nimetine karşı aldırış etmezler ve bunu nimetten saymazlar. Yine gözleri gören bir insan, bunun ne büyük nimet olduğunu farkedip şükrünü ödemez. Ancak gözleri görmez olduğunda kıymetini anlar. Bu bir gaflettir. Üçüncüsü: Nefis ve Şeytan. Nefis insanı bencil duygulara sürükler. Elde ettiği her şeyi kendinden bilir. “Ben yaptım, ben kazandım” der. Şeytan ise, insanı Allaha götüren her şeyden alı koymak ister. Nefsin ve Şeytanın kuşatması altına giren insanlar şükredemezler.” Üstâd Bedîüzzaman da Allah’ın bize bahşettiği nimetlere şükür etmeyi öğreten güzel bir örnek vererek bizleri şöyle ikaz eder: “Bir padişahın matbahından bir tablacının getirdiği taamlar bir fiyat ister. Tablacıya bahşiş verildiği hâlde, çok kıymetdar olan o nimetleri kıymetsiz zannedip onu in'âm edeni tanımamak nihayetsiz derecede bir belâhet olduğu gibi, Cenâb-ı Hak, hadsiz envâ-ı nimetini nev-i beşere zemin yüzünde neşretmiş. Ona mukabil, o nimetlerin fiatı olarak, şükür istiyor. O nimetlerin zahirî esbâbı ve ashâbı, tablacı hükmündedirler. O tablacılara bir fiat veriyoruz, onlara minnetdar oluyoruz; hattâ müstehak olmadıkları pek çok fazla hürmet ve teşekkürü ediyoruz. Hâlbuki Mün'im-i Hakikî, o esbaptan hadsiz derecede o nimet vasıtasıyla şükre lâyıktır.” (29. Mektub; 1. Söz)
Değerli Okurlar! Yüce Allah’ın kullarından istediği en mühim şey, şükürdür. Kur'ân, insanları ısrarla şükre davet ederek, şükürsüzlüğün nimetleri yalanlamak ve inkar etmek anlamına geldiğini belirtmiştir. Nankörler, Rahman Suresi’nde şiddetli ve dehşetli bir surette otuz bir defa şu ayetle tehdit edilmişlerdir: “O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” Düşünülerek yapılan şükür, bizdeki kulluk şuurunu canlı tutar. İnsanların Allah'a muhtaç olduklarını, Yüce Allah'ın ise, her şeyden müstağni olduğunu, kimsenin şükrüne Allah'ın ihtiyacı olmadığını öğretir. Şükreden bir kulun en güzel ölçüsü; kanaatkarlığı, başına gelenlere rıza göstermesi ve her durumda memnuniyetini belirtmesidir. Nankörün ölçüsü ise; aşırı hırslı olması, israf etmesi, saygısız bir insan olması ve haram helâle dikkat etmeden bulduğunu yemesidir. Allah’ın verdiği nimetin, yine O’nun yolunda kullanılmasından daha tabii ne olabilir ki! Bu nedenle zenginlik, makam, zekâ, sağlık, kuvvet gibi nimetleri, Allah'ın emrettiği biçimde kullanmak, verilen nimetin şükrünü hakkıyla yerine getirmek demektir. Yüce Rabbim hakiki manada nimetlere şükreden ve nimetlerin kadrini bilen kullarından eylesin. Allah’a emanet olun.