Emanet EMN kökünden gelen bir kelimedir. Emn ise korku ve endişeden emin olmak demektir. Emanet kelimesinin karşıtı hıyanettir. Emanet kelimesi ayet ve hadislerde birbirinden farklı anlamlarda kullanılmıştır. İnsanın, gerek Allah’a, gerek ailesine ve gerekse bulunduğu topluma ve hatta insanlığa karşı görev ve sorumluluklarından tutunuz da korunmak için geçici bir süre yanında bırakılan eşyaya varıncaya kadar hepsine emanet denir. Özetle insanın sorumluluk alanına giren her şeye emanet denir.

Her mü’min, “el-emîn” sıfatına hâiz bir Peygamberin ümmeti olduğu şuuruyla, sözünde ve özünde emanete sâdık, elinden-dilinden insanların ve hattâ diğer mahlûkâtın bile emniyette olduğu bir kimse olmalıdır. Etrafına sağlam bir İslâm karakteri sergileyebilmelidir. Zîrâ insanlar, sağlam karakterli örnek şahsiyetlere hayran olur ve onların izinden giderler.

Üzerimizdeki Bazı Emanetler:

1-Kamunun Emaneti: Mü'minin yüklendiği emanetlerden birisi de kamuya ait işleri hakkıyla yerine getirmek ve kamu malına göz dikmemektir. Rabbimiz (cc) bu konuda şöyle buyuruyor: "Allah (c.c.) size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz vakit, adâletle hükmetmenizi emrediyor. Allah (c.c.) size ne kadar güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi bilen ve görendir.” (Nisa, 4/58)

Emânet duygusunun mü’minlerin bir şahsiyet kimliği hâline gelmesini arzulayan Peygamberimiz (sav) emânetlerin zâyî edilmesini, dünya hayâtını kıyamet sahnelerine çevirecek derecede büyük bir ifsat sebebi olarak görmüştür. Bir gün ashâbıyla konuşurken bir adam Peygamberimize gelerek: Ey Allah’ın Resûlü, kıyâmet ne zaman kopacak? diye sordu. Peygamberimiz (sav): Emanet zayi olduğu zaman kıyâmeti bekle, buyurdu. Adam bunu anlamamış olacak ki tekrar sordu: Emânetin zayi olması nasıl olur? Bunun üzerine Peygamberimiz: İşler ehil olmayan kimselere verildiği zaman kıyâmeti bekle, buyurmuştur. (Buhârî, “Rikak”, 35) Allah Resûlü emanete sadakat göstermeyi ve ihanetten uzak durmayı iman ile bağdaştırarak ihanet eden kişinin hainlik yaparken mümin olamayacağını belirtmiştir. Peygamberimiz, bu konuda o kadar titiz davranmıştır ki, devlet hizmetinde çalışıp da kendisine verilen maaştan fazla olarak bir iğneyi zimmetine geçirmeyi dahi bir nevi ihanet olarak nitelendirmiştir. Hz. Peygamber’in ihanet karşısındaki bu tavrını görerek korkuya kapılan sahâbîler memuriyetten istifa etmek istemişlerdir.

2- Şahısların Bize Verdiği Emanetler: Hz. Peygamber doğup büyüdüğü toplum içerisinde güvenilirliği, ahde vefası, emanete ihanet etmemesi ile tanınıyordu. Hiç kimse onun ahlâkına, karakterine, kişiliğine bir şey diyemiyordu. Zaten kendi toplumu onu daha peygamber olmadan önce “Emîn” diye isimlendirmiş, Kâbe’nin yeniden inşasında hacer’ü-lesvedi onun yerine koymasından herkes memnun olmuştu. Yüce Allah tarafından Peygamber olarak görevlendirilince Mekkelilerden birçoğu içinde bulundukları makam, mevki, saltanat gibi maddî ve mânevî çıkarlarının kaybolacağını düşündüklerinden ona düşman oldular, akla hayale gelmeyecek eziyetler ettiler ve en sonunda tek çarenin onu öldürmek olduğunu düşündüler. Bu düşüncelerini gerçekleştirmek için de vakit kaybetmeden harekete geçtiler. Tam da bugünlerde Yüce Allah Hz. Peygamber’e hicret iznini vermişti. Allah Resûlü böyle bir ortamda kendi yatağına Hz. Ali’yi yatırarak Hz. Ebû Bekir’le beraber yola çıktı. Bu hadisenin en dikkat çekici noktası şudur: Onu öldürmek için bir araya gelen insanlar, birbirlerinden daha çok ona güveniyorlardı. Bu güven duygusundan dolayı kıymetli eşyalarını, altın ve mücevherlerini ona emanet etmişlerdi. Hz. Peygamber, kendisine bu dünyada yaşama hakkını tanımayan, yurdunda hayatını devam ettirme fırsatını vermeyen insanların mallarını muhafaza etmiş, hatta yanındaki emanetleri sahiplerine vermesi için Hz. Ali’yi yerine bırakmış, en zor durumda dahi ihaneti aklına getirmemiştir.

Abdullah b. Ömer, Resûl-i Ekrem’in terbiyesi ile büyümüş, onun ahlâkını kendine rehber edinerek aydınlanmış, ona olan aşırı bağlılığıyla tarihte iz bırakmış mümtaz şahsiyetlerden biridir. Abdullah b. Ömer bir gün arkadaşlarıyla beraber gezinmek için Medine’nin dışına çıkar. Uygun bir yerde oturup sofra kurarlar. O sırada sürüsünü oradan geçiren bir çoban selâm verir yemek yiyenlere. Abdullah çobanı beraber yemek için sofraya davet eder. Çoban oruçlu olduğunu söyler. Bunun üzerine Abdullah kinayeli bir şekilde, “Böyle şiddetli sıcağın olduğu bir günde, bu dağlarda bu sürüye çobanlık yaparken oruç tutuyorsun, öyle mi?” diye sorar. Çoban zamanını değerlendirdiğini söyler. Aldığı bu cevaptan dolayı Abdullah çobanın ne derece samimi olduğunu sınamak ister: “Bu sürüden bir koyunu bize satar mısın? Sana parasını veririz, etinden de veririz böylece akşam iftar edersin.” Çoban, “Koyun benim değil efendimin.” karşılığını verir. Abdullah, “Koyunu kurt yedi desen efendin bunu nereden bilecek?” diye sorar. Çoban arkasını dönüp giderken bir taraftan da parmağını semaya kaldırarak şu sözleri söyler: “(İyi ama) Allah nerede?” Çobanın güvenilirliği ve hiç kimsenin görmediği ıssız bir yerde emanete ihanet etmekten kaçınması Abdullah’ı oldukça etkiler. Varlıklı bir sahâbî olan Abdullah, Medine’ye dönünce sürünün sahibinden sürüyü çobanla beraber satın alır, çobanı azat edip sürüyü de ona bağışlar. (Beyhakî, Şuabü’l-îmân, IV, 329)

3- Sağlığımızın Emaneti: Bedenimiz ve bedenimizin selameti olan sağlığımız da bize bir emanet olup sağlığı tehdit eden şeylere karşı dikkatli olmak da bir Müslümanın üzerine düşen görevlerden biridir. Peygamberimiz (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur: “Hastalığından evvel sağlığının kıymetini bil.” (Beyhâkî, Şuabü'l- Îman, 7/263)

4- Vatanımızın Emaneti: Hepimizin vazifesi îmanlı, mânevî değerlerine bağlı, vatanperver bir nesil yetiştirmektir. Zîrâ îmânı, nâmusu, ırzı, canı ve malı muhâfaza, vatanı muhâfaza ile mümkündür. Nasıl ki bizden evvel bu topraklarda yaşayan ecdâdımız canları ve kanları pahasına onu bizlere armağan etmişler ise, bizler de bu mübârek vatanı, Kur’ân sadâları, ezanları ve hür bayrağı ile bizden sonraki nesillere daha müreffeh bir durumda intikâl ettirmek zorundayız. En büyük nîmet de dînimizi, îmanımızı hür bir vatanda yaşayabilmektir. Bu emânet şuuruna dikkat edilmediği taktirde yaşanacak âkıbete, bugün zulüm ve esâret altında inleyen nice müslümanlar müzdarip hâli acı bir misâldir. Merhûm Âkif, bu büyük hakîkati asırlara ve nesillere şöyle hatırlatır: Sahipsiz olan memleketin batması haktır, Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır!..

5- Dünyamızın Emaneti: Doğa da bir emanettir. Allah dünyamızı bir denge içinde yaratmıştır. Rabbimiz (cc) şöyle buyurmuştur: “Göğü Allah yükseltti ve dengeyi koydu. Sakin dengeyi bozmayın.” (Rahman, 7-8) Doğal denge bozulduğunda karalarda, sularda ve havamızda çok büyük sorunlar çıkacaktır. Yaşadığımız çevrenin kara, hava, su, bitki ve hayvanlarıyla doğal dengesini iyi koruyamazsak, karşılaşacağımız maddi ve manevi sıkıntıların sorumlusu bizler olacaktır.

6- Ailemizin Emaneti: Ailemiz ve çoluk çocuğumuz önemli emanetlerimiz arasındadır. Çocuklarımızın eğitilmesine, her türlü zararlı akımlardan uzak tutularak, dinimiz vatanımız ve milletimiz için yararlı olacak şekilde yetiştirilmeleri görevlerimiz içerisindendir. Çünkü Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor: “Ey müminler, kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennemden koruyun.” (Tahrîm, 6) Peygamberimz (sav) de bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Hiç bir baba çocuğa güzel terbiyeden daha üstün bir hediye vermiş olamaz.’’ (Tirmizî, “Birr”, 33)

Dünyada sahip olduğu her şey kendisine emanet olarak verilen insanoğlu bu emanetlere riayeti ölçüsünde ya “emin” ya da “hain” sıfatını kazanır. Kendi canına, sağlık ve sıhhatine gereken özeni göstermeyen, kendini bilerek tehlikeye atan kişi kendisine karşı, çoluk çocuğunun maddî ve mânevî ihtiyaçlarına duyarsız kalan kişi ailesine karşı, çalıştığı işe gereken önemi vermeyen ve özeni göstermeyen kişi işverenine karşı, yaşadığı doğal çevreyi tahrip eden, kirleten, yaşanmaz hâle getiren kişi içerisinde yaşadığı çevreye karşı, toplumuna karşı sorumluluklarını yerine getirmeyen kişi içinde yaşadığı topluma karşı, devletine karşı sorumluluklarını yerine getirmeyen kişi devletine karşı, geçmişlerinden tevarüs ettiği mânevî değerleri taşımayan, kendisinden sonraki nesillere aktarmayan kişi de değerlerine karşı bir nevi ihanet içerisinde demektir.

İşte Değerli Okurlar! Emanete dinimiz büyük önem veriyor. Emânete riâyet etmeyeni olgun mü’min kabul etmiyor. Peygamberlerde bulunması gerekli beş nitelikten biri emânet olduğu gibi olgun mü’minin özelliklerinden biri de emanettir. Allaha Emanet Olun.