“Müminler gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler. Onlar ki, faydasız işlerden yüz çevirirler. Onlar ki, zekatı öderler. Onlar ki, ırzlarını korurlar. Ancak eşleri ve elleri altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır. Onlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar. Kim bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşanlardır. Yine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riayet ederler. Onlar ki, namazlarını kılmaya devam ederler.” ( Müminun, 23/ 1-9)
Hz. Aişe’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Resülullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Güç yetirebileceğiniz amelleri yapmaya gayret ediniz. Allah (sevap vermekten) usanmaz da siz ibadet etmekten usanırsanız. Allah katında amellerin en sevimlisi az da olsa devamlı olanıdır. (Ebu Davud, Tatavvu,27)
İbadet; itaat etmek boyun eğmek kulluk etmek, tevazu göstermek ve ilah edinmek anlamlarına gelir. Dini bir terim olarak ise; fiil ve niyete bağlı olarak yapılmasına sebep olan ve Allah’a tazim ve yakınlık ifade eden şuurlu itaat demektir. Kuran’da insanların, Allah’a ibadet için yaratıldıkları, bütün peygamberlerin insanları Allah’a ibadete davet ettikleri bildirilmiştir.
Bir davranışın ibadet olabilmesi için; kişide iman, niyet ve ihlas olması gerekir. İbadetin Allah rızası için yapılması islama uygun olması lazım gelir. Bu kapsamda ibadetler dört kısma ayrılır.
İman, ihlas, niyet, tefekkür, marifet sabır ve takva gibi kalbi ibadetler.
Namaz, oruç, dil ile zikir ve dua, ana-babaya iyilik, insanlara iyi muamele ve sıla-i rahim gibi beden ile yapılan ibadetler.
Zekât, sadaka, yakınlara ve fakirlere yardım, Allah yolunda infak gibi mal ve servet ile yapılan ibadetler.
Hacca gitmek, cihat etmek gibi hem mal hem de beden ile yapılan ibadetler.
Yukarıda ki ayetler ve hadisi şerif-i bu kapsamda değerlendirdiğimizde, ibadetlerimizde asıl olan devamlılık arz etmesidir. Rabbimiz, Kur’an’da zamana yemin ediyor. Hayat ırmağımızın şiddetle akmakta olduğunu, fani ömürlerimizin hızla tükeniş içinde olduğunu hatırlatıyor. Böylece bizi gafletten ikaz ediyor. O halde mümin Allah’ın lütfettiği zamanın kıymetini bilmeli yaratılış amacına yönelik kulluğuna ibadetlerine düşkün olmalıdır.
Sayılı günlerden ibaret olan dünya hayatı insana bahşedilmiş en büyük mükafattır. "Allah-u Teâlâ dünyayı içindekileri ile beraber insanoğluna musahhar kılmış, istifadesine arzetmiştir. Bütün bunlar dünya hayatını geçirmek ve faydalanmak üzere verilmiş birer vasıta olması itibariyle birer nimet iseler de, asıl aranılacak gaye bunlar değildir, bunların faydası geçicidir. Birçok insanlar ise bütün bunlara düşkündürler. Hakk ve hakikati bırakıp dünya lezzetlerine dalanlar, dünyaya aşırı muhabbet bağlayanlar büyük bir belâya ve huzursuzluğa uğramışlardır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır: "Siz geçici dünya malını istiyorsunuz. Oysa Allah âhireti kazanmanızı ister." (Enfâl: 67)
Dünya hayatının müddeti kısa ve lezzeti de geçici olduğu için, bir aldanma ve oyalanmadan başka bir şey değildir. Akıllı kimsenin dünyaya aldanmaması, dünya sevgisine aşırı derecede kapılmaması gerekir. “Serap gibi parıldar, bulut gibi geçer gider."