Selman-ı Farisî, İranlılardan ilk Müslümandı. Hak dine girmek, ahir zaman nebîsini görmek için her türlü çileye razı oldu. Köle olarak satıldı. Fakat sonunda, Habib-i Ekrem (s.a.) Efendimizin: "Selman bizdendir. Ehl-i Beyt'ten'dir." iltifatına mazhar olarak onun ailesine katıldı. Onun İslam'a kavuşma yolundaki sabır, azim ve aşkını Resül-i Ekrem (s.a.) şöyle ilan etti. Bir gün onun omuzuna elini koydu ve: "Şunlardan öyle erler vardır ki, iman Süreyya yıldızında olsa muhakkak ona yetişir." buyurdu.
SELMANI FARİSİ NASIL MÜSLÜMAN OLDU?
O, islam'la şereflenince Selman adını aldı, eski adı Mabih idi. Babası, Büd veya Budehşan adında bir mecüsî olup köyün beyi, ağasıydı. Çocuğunu da mecüsilikte yetiştirmişti. O, mecüsilik ateşinin bir an dahi sönmesini istemezdi. Çocuğu evden dışarı çıkarmazdı. Ama kaderin karşısında durulamazdı. Allah Teala onu son peygambere kavuşturacak ve İslam'la şereflendirecekti. Onun İslam'a girişi tam bir destansı arayıştı. Şöyle ki:
Bir gün babası onu çiftliğe gönderdi. Giderken yolda bir kilise gördü. Merakla içine girdi ve yapılan ibadeti seyretti. Bu dini mecüsîlikten üstün buldu ve Hristiyanlığın aslını öğrenmek için baba evinden kaçarak Şam'a gitti. Oradan Musul, Nusaybin ve Ammüriye kiliselerine geçti. Hizmetlerinde bulunduğu rahiplerin tavsiyeleri üzere diyar diyar dolaştı. En son rahip ona şu tavsiyelerde bulundu: "Oğlum, dünyada artık bizim mesleğimiz üzere kimse kalmadı. Fakat İbrahim dini üzere son peygamberin gelmesi pek yakındır. O, Arap toprağında zuhur edecek. İki taşlık arasında hurmalık bir yere hicret edecek. O peygamberin bazı alametleri vardır. Hediyeden yer, sadakadan yemez, iki kürek kemiği arasında peygamberlik mührü vardır. Çaresini bulur oraya gidebilirsen git." dedi.
AHİR ZAMAN NEBİSİ
Ammuriye'de Anadolu'daki Sivrihisar'da kendisine birkaç koyun ve sığır alarak mal edinen Selman, Arabistan'a gitmeye karar verdi. Bir müddet sonra Beni Kelb kabilesinden ticaret için gelenler olduğunu duydu. Onlarla buluştu ve: "Size şu sığır ve koyunları vereyim de beni Arap diyarına götürün", dedi. Onlar da kabul etti. Kervanla birlikte yola çıktı. Kervan Medine'ye yakın Vadi'l-Kura'ya gelince tacirler ona ihanet edip bir Yahudiye köle olarak sattılar. O Yahudi de Selman'ı Medine'den gelen amcazadesine sattı. Artık o, köle olarak Yahudinin bahçesinde çalışıyordu. Hurmaları suluyor, bakımını yapıyor ve topluyordu. Fakat kulağı daima sesteydi. Ahir zaman Nebisinden bir haber bekliyordu. Çünkü Ammuriye'deki rahibin tarif ettiği, iki taşlık arası hurmalık yer burasıydı. Peygamber Yesrib'e gelecekti. Bunun işaretini önceden almıştı.
Günün birinde Selman hurma toplarken ağacın altında oturan sahibine birisi geldi. Yüksek sesle: "Allah kahretsin!.. Peygamber dedikleri kimse Kuba'ya gelmiş. Evs ve Hazrec kabilesi de başına toplanmışlar" diyerek anlattı. Bunu duyan Selman titreyerek ağaçtan indi ve: "Ne dedin? Ne dedin?" dedi. Sahibi: "Bundan sana ne? Haydi sen işine bak!"
Selman o günü zor geçirdi. Akşamı adeta iple çekti. Hava kararınca biriktirdiği hurmaları alıp Kuba'ya gitti. Mekke'den gelen zatı araştıracak. Söylenen alametleri onda bulacak mıydı? Rahibin ona söylediği Peygamberlik ölçülerini onda görebilecek miydi? Kimseye bir şey diyemiyordu. Ama gönlü mutmain olmak istiyordu. Bunun için biriktirdiği hurmaları yanına alıp gelmişti. Allah Resulünün huzuruna vardı ve: "İşittim ki, salih bir zatsın. Yanında fakir kimseler varmış. Şunları sadaka olarak size getirdim." diyerek ona sundu. Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz onları aldı ve yanındaki arkadaşlarına ikram etti. Kendisi yemedi. Selman kendi kendine: "Bu bir" dedi. Başka bir zaman tekrar yanına geldi ve getirdiği hurmaları; "Bu size hediyedir." diyerek verdi. Bu defa ashabıyla birlikte yediler. Selman: "Bu iki"dedi. Sevgili Peygamberimiz Medine'ye gelmişlerdi. Bakîu'l-Garkad'da onunla tekrar görüşen Selman üçüncü alameti görebilmek için fırsat kolluyordu. Bir ara Resül-i Ekrem (s.a.) Efendimizin arka taraflarına geçti. Efendimiz (s.a.) onun bir alamet aradığını sezdi. Ridasını hafif açarak iki kürek kemiği arasındaki mührü gösteriverdi. Nübüvvet mührünü gören Selman üzerine kapandı ve onu doyasıya öptü. Kendini tutamadı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Efendimiz ona: "bu tarafa dön!" buyurdular. Selman İki Cihan Güneşi Efendimizin karşılarına geçti ve kelime-i şehadet getirerek İslam'la şereflendi.
İSLAM'A KAVUŞMA HASRETİ
O, senelerdir aradığı nura kavuşmuştu. Çektiği çileleri, basından geçen hadiseleri bir bir Efendimiz'e anlattı. Fahr-i Kainat (s.a.) Efendimiz onun bu destansı arayışını, İslam'a kavuşma hasretini, aşkını, şevkini ve bu ibret dolu hayatını ashabına anlatmasını istedi. O da ibni Abbas (r.a.)'a tek tek anlattı. Onun kanalıyla bizlere ulaştı.
Evet!.. Selman-i Farisi (r.a.)'ın İslam'la buluşma hikayesi böyle gerçekleşiyor... Onların hayatı okundukça, onlardan bahsedildikçe aynı aşk ve heyecan gönüllerimize doluyor. Onların ruhaniyeti, feyizleri aynı sıcaklığıyla kalplerimizde duyuluyor elhamdülillah... Onlar zor olanı başardılar... Hedeflerine ulaşmakta engel tanımadılar.. Çile çektiler ama azim ve iradelerinde gevşemediler.. Büyük bir sabır ve irade ile en yüce şerefe erdiler.
PEYGAMBERE KAVUŞMA HASRETİ
Selmân-ı Fârisî radıyallahu anh son peygambere kavuşma hasretiyle memleketi Isfahan'dan Medine'ye çileli bir yolculuk yaptı. Son dine ulaşma ve son peygamberi görme aşkı onu her türlü zulme razı etti. Diyar diyar dolaştı. Köle olarak satıldı. Buna rağmen o azminden, sabrından hiçbir şey yitirmedi. Sonunda aradığı nura kavuştu, o sevgiliye ulaştı. Ahir zaman nebîsinin nur yüzünü ve peygamberlik alâmetlerini dünya gözüyle gördü. Kendini ona teslim etti. İslâm'la şereflenerek yeni bir hayata başladı.
O, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'den hiç ayrılmak istemedi. Allah'ın habibinin nur cemalini görüp de ondan ayrı kalmak onun için ne kadar zordu... Ama kader bu... Henüz hür değildi. Belki bir müddet daha hasret çekecekti. Bu arada o, fırsatını buldukça Efendimizin yanına koşuyor, sohbetinde bulunuyordu. İslâm güneşi etrafı aydınlatıyor, Müslümanlar çoğalıyordu. İnananlarla-inanmayanlar arasında savaşlar dahi başlamıştı. O ise daha esaret zincirinden kurtulamamıştı. Bedir, Uhud Gazvelerine de bu sebepten katılamamıştı. İçin için kavruluyordu. Bu esaretten kurtulacağı, İslâm için çarpışacağı günleri bekliyordu. Bir gün Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizi ziyarete gelmişti. Sevgili Peygamberimiz ona "Selman kendini mükâtebeye bağla. Kölelikten kurtar " buyurdu.
Selman (r. a. ) işareti alıralmaz derhal sahibine koştu ve teklifi götürdü. 300 hurma ağacı dikmek ve kırk okka altın vermek şartıyla onunla anlaştı. Durumu Efendimize bildirince Fahr-ı Kainat sallallahu aleyhi ve sellem ashabına "Şu kardeşinize yardım ediniz" buyurdu. Hemen oracıkta 30-40-50 derken 300 hurma fidanı toplanıverdi. Efendimiz Selman'a: "Bunların çukurlarını hazırlayıp tamamlayınca bana haber ver." dedi. Selman kısa zamanda, büyük bir gayretle ve arkadaşlarının yardımıyla çukurları kazdı. İki Cihan Güneşi Efendimiz de bizzat kendi elleriyle o fidanları dikti. O hurmaların bir tanesi bile kurumadı. Hepsi meyve verdi. Geriye altın borcu kalmıştı. Onu da bir ödeyebilseydi... Selman tam hürriyetine kavuşacaktı.
Bir gaza dönüşünde Sevgili Peygamberimiz ona yumurta büyüklüğünde bir altın ayırmıştı. Ashabına "Mükâteb olan Farisli ne yaptı?" diye sordu. Hemen, Selman'ı bulup huzura getirdiler. Efendimiz ona: "Selman bunu al, kalan borcunu öde." buyurdu. Selman altını küçücük gördü ve: "Ya Resûlallah bu kadarcık şey benim borcuma nerden yetecek?" dedi. Efendimiz, Selman'ın gönlünü hoş etmek için o altını alıp mübarek dili üzerinde dolaştırdı ve: "Hele sen bunu al. Allah senin borcunu öder." buyurdu. Selman o altın parçasını aldı ve tartmaya başladı. Kırk okkayı eksiksiz tartarak sahibine ödedi ve azad oldu.